Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

15 Şubat 2011 Salı

Pitfall

IMDB: 7,9
Manalı Filmler: 8,5

2. Dünya Savaşı’ndan sonraki yaklaşık 20 yılda yapılan Japon filmleri pek çok açıdan ilginç ve önemlidir. Özellikle büyük yönetmenlerin filmlerinde, eserin türü ve hikayesi ne olursa olsun ortak kimi temalara rastlanır: Büyük bir moral bozukluğu, yoksulluk, umutsuzluk, toplumsal yapının beklenmedik bir yöne evrilmesinden duyulan endişe ve ahlaki yozlaşma... Bunun anlaşılır nedenleri vardır: Geleneksel, dışarı kapalı sosyal yapı yıkılmakta, ülke, ABD’nin güdümünde Batı’ya açılmakta, deyim yerindeyse küreselleşmeye katılmaktadır. Ülkemizin son 30 yılda yaşadıklarına benzer şekilde, sadece üretim biçimleri değil, sosyal yapı da hızla değişmek zorunda kalmış; eski, güvenilir yapının adeta bir depremle yıkılması toplumsal sancılar yaratmıştır.

O dönemin Japon filmlerinde tüm bu temalar, filmin ana hikayesinde görülürken atmosferinde de belirgin biçimde duyumsanır. Örneğin Kurosawa imzalı -1952 tarihli- “Ikuru / Yaşamak”, bir adamın ölüme hazırlanmasının hikayesidir, ama “Nasıl yaşamak lazım?” sorusuna odaklanır. Filmin ana teması pek çok farklı biçimde irdelenebilecekken, bu sorunun merkezde olması tercih edilmiş, ayrıca yukarda özetlediğim tüm temalar filmde işlenmiştir.

Benzer şekilde “Pitfall” da cinayete kurban giden bir adamın hayaletinin, yaşayanlar arasında dolaşarak neden öldürüldüğünü anlamaya çalışmasını öykülerken, yan karakterleri ve hikayelerini de kullanarak “Neden yaşıyoruz?” sorunsalını irdeler. Her iki film de sosyolojik açıdan incelendiğinde, o dönemin Japon bireylerinin tutunacak bir dal aradıkları, bu gayretin, yaşamın maddi ve manevi alanlarına büyük etkide bulunduğu anlaşılır. Her iki filmde de ana temanın hayatın en temel sorularına gelip dayanması boşuna değildir.

Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde “Pitfall”un değeri ve önemi daha iyi anlaşılıyor. Herhangi bir hayalet hikayesinden çok daha fazlası var karşımızda, örneğin ana karakter yoksulluğun en alt sınırındaki bir maden işçisi, cinayet ise kötü niyetli bir şirketin çıkarlarından kaynaklanan bir komployla ilişkili... Ayrıca cinsellik gibi ana öyküsüyle tamamen ilgisiz bir alanda, ahlaki yozlaşma temalı bir yan hikayesi de var filmin, ki zaten, toplumsal değerlerin çöküşünün hüznü her planda hissediliyor.

Yürek burkan bir film “Pitfall”; başta terk edilmiş maden kasabası olmak üzere mekanları ve mükemmel siyah beyaz görüntüleri o kadar etkili ki, “ömrüm hiç gibi geçti” duygusu seyircinin ruhuna çöküyor. Teshigahara epey usta, çok bilinçli bir yönetmen; anlatımı olgun ve dengeli, filmde aksayan hiçbir şey yok. Üstelik bu eser, korku, dram gibi türlerden hiçbirine ait olmayan, özgün bir yapıyı gerektiren bir çalışma ve o yapı, hem senaryoda, hem filmde layığıyla kurulabilmiş.

Üstelik dahası var: Filmi tamamladıktan sonra, belli başı görsel öğelere bilinçli veya bilinçsiz bir tavırla simgesel anlam yüklendiğini anlıyorsunuz. Terk edilmiş maden kasabası eski (2. Dünya Savaşı öncesi) Japon toplumu, büyük anlaşmazlık ve çatışmalarla kaynayan yeni maden yeni toplum, ana kahramanımız ise gündelik ekmek peşindeki masum Japon halkı… gibi…

Pitfall / Otoshiana
Yönetmen: Hiroshi Teshigahara
Senaryo: Kobo Abe (Kısa öyküsünden)
Yapımcı: Tadashi Ono
Oyuncular: Hisashi Igawa (Maden işçisi / Otsuka), Sumie Sasaki (Şekerci kadın), Sen Yano (Toyama), Hideo Kanze (Polis memuru), Kunie Tanaka (Beyaz takım elbiseli adam), Kei Sato (Gazeteci), Kazuo Miyahara (Madencinin oğlu).
1962 Japonya yapımı, 97 dakika.

If Only

IMDB: 7,0
Manalı Filmler: 8,5

Modern klasik “Groundhog Day / Bugün Aslında Dündü”yü anımsatan küçük ama hayli etkili bir film...

“If Only”de genç bir adama sevgilisinin öldüğü günü yeniden yaşama şansı veriliyor. Sadece Ian o günün yinelendiğini biliyor, haliyle bu durumu ne arkadaşlarına, ne de sevgilisi Samantha’ya anlatabiliyor. Bir haberci meleğe benzeyen gizemli Taksi Şoförü’nün uyarılarını dikkate alıp kazayı engellemeye çalışıyor. Ne yaparsa yapsın engelleyemediği ufak tefek olaylar yaşandıkça kazanın kaçınılmaz olduğuna karar verip her şeyini sevgilisine adıyor, Samantha’ya muhteşem güzellikte bir –son- gün yaşatıyor.

Filmin önemini artıran faktör de tam da bu: Ian’ın umursamaz, bencil, mesafeli tavırlarının o gün Samantha’nın öleceğini öğrendiğinde değişmesi, yani genç adamın “ölüm bilinci” kazanması… Ki bu da “yaşam bilinci”nin artması demek, yani nasıl yaşamak gerektiğini daha iyi anlaması…

Bu açıdan bakıldığında “If Only” şaşırtıcı bir eser, çünkü tam bir “tez filmi” olarak tasarlanmış ve kotarılmış. Üstelik bu hedefe ulaşıyor, izleyicinin ruhsal bir deneyim yaşamasını da sağlıyor. Bu kategorideki bir filmden beklenemeyecek seviyedeki senaryosu ve oyunculuklar değerini artırırken sürpriz final de mana değerini yükseltiyor.

“The Ghost Whisperer” dizisinin yıldızı Jennifer Love Hewitt’in seslendirdiği birbirinden güzel iki şarkı ve tabii ki Wilkinson’un varlığı da filmin mutlaka izlenmesini gerektiren nedenler arasında…

If Only
Yönetmen: Gil Junger
Senaryo: Christina Welsh
Yapımcılar: Jill Gilbert, Jennifer Love Hewitt, Gil Junger, Robert F. Newmyer, Jeffrey Silver
Oyuncular: Jennifer Love Hewitt (Samantha), Paul Nicholls (Ian), Tom Wilkinson (Taksi şoförü), Diana Hardcastle (Claire), Lucy Davenport (Lottie)
2004 ABD, İngiltere ortak yapımı, 92 dakika.