Andy karakteri aslında James Bond benzeri kişiliklerin bir karikatüründen başka bir şey değil ve Louisa ile Andy arasında denizde geçen sahne gibi bölümler 007 filmlerindeki benzerleri üzerinde oynanarak kotarılmış
IMDB: 6.1
Rotten Tomatoes: %77
Manalı Filmler: 8.5
Tamer Baran
İki
erkek ucuz bir genelevin bir odasında, yatağın üstünde oturmaktalar. Odadaki
televizyonda çekik gözlü kadınların rol aldığı bir porno film oynarken, açık
pencereden karşı odada sevişen bir çift görünüyor. Adamlar önemli devlet
sırlarından bahsediyorlar; biri bu gizli işleri konuşmak için uygun bir mekan
olduğundan orayı seçmiş olsalar da bir genelev yatağında olmaktan mutsuz, öteki
kadınlara çok düşkün, konuşurken pornoyu seyretmeyi de ihmal etmiyor. Hatta az
sonra uzanıp yatağı titreten mekanizmayı çalıştırıyor, hoplaya zıplaya
konuşmayı sürdürüyorlar. Adamlardan Gizli Servis elemanı olanı, diğerine Panama
devletinin sırlarına ilişkin sorular soruyor, uydurma üstadı olan beriki, porno
filmden ilham alarak yanıtlar veriyor.
Bildiğim
kadarıyla hiçbir filmde casusluk ve casuslarla bu kadar alay edilmemişti.
Literatürün saygın ismi -1973 tarihli ünlü “Papillon / Kelebek”in yazarı- John
Le Carré, casusların dünyasına ve devletler arasındaki ilişkilere gayet hakim;
bu kez birikimini heyecanlı ve gerilimli bir casusluk filmi yerine bu alanın
çalışanları, bürokratlar ve devlet adamlarıyla alay etmek için kullanıyor.
Filmde eleştiri oklarından kurtulabilen neredeyse hiç kimse yok; özellikle her
nevi bürokrat, devlet yöneticisi ve diplomat yerden yere vuruluyor. Örneğin
baştan beri işini önemseyen, ciddi bir portre çizen İngiliz Konsolosu bile yeri
geldiğinde sus payı istemekten çekinmiyor ki Andy ile Konsolos arasında geçen
kısacık pazarlık sahnesi filmin en komik bölümlerinden biri.
Aslına
bakılırsa epeyce komik olan birkaç sahne daha var: İngiliz ve Amerikalı devlet
büyüklerinin Panama meselesini konuştukları toplantıda -“Happiness / Mutluluk”
filminde oğlan çocuklarına düşkün aile reisini canlandıran- Dylan Baker’ın
oynadığı General Dusenbaker’in gözleri dola dola yaptığı hamasi konuşma ve yine
Andy ve Harry’nin rahatça iş konuşabilmek için gittikleri gay barda dans
ettikleri bölüm… Zaten film seyircisini katıla katıla güldürmeyi hedeflemiyor,
yönetmenin ve Carré’in da aralarında bulunduğu senaristler grubunun hedefi
James Bond benzeri casusluk filmlerinin klişeleri üzerine zihin jimnastiği
yapmak, seyirciyi o filmlerin şablonları üzerine düşünmeye çağırmak… Tam da bu
nedenle casus/kahraman rolüne son yılların James Bond’u Pierce Brosnan
seçilmiş. Çünkü Andy karakteri aslında James Bond benzeri kişiliklerin bir
karikatüründen başka bir şey değil ve Louisa ile Andy arasında denizde geçen
sahne gibi bölümler 007 filmlerindeki benzerleri üzerinde oynanarak kotarılmış.
Andy’nin fena halde “ayağa düşmüş” bir Bond olduğunu da söyleyebiliriz; her
gördüğü kadına sarkan, arada sırada işi rast gitse de genelde karşılık
alamayan, vatan sevgisinden nasibini almamış, görevini cebini şişirmek için
kullanan, karşısına çıkan herkese kazık atan, yaptığı planın önünü ardını
düşünemeyen ve sonuçta başarıya epeyce tesadüfün yardımıyla erişen bir karakter
bu. Oyunculuğuna pek saygı duyulmayan Brosnan’ın karizmatik tavırları ve
ifadesiz yüzü bu kez çok işe yaramış, doğrusu kendisi de Andy karakterini
ustalıkla oynuyor.
Fakat
filmin oyunculuk bakımından asıl yıldızı kuşkusuz Geoffrey Rush. Diğer hemen
herkes ya karikatür ya da klişe tiplerken Harry kişiliği filmin tek sağlam
karakteri ve Rush bu fırsatı iyi değerlendiriyor, “Shine”dan beri hepimizin
bildiği o inanılmaz yeteneğiyle, boyundan büyük işlere kalkışan, naif, iyi
niyetli ama beceriksiz terziyi büyük bir rahatlıkla oynuyor. Sanırım Rush gibi
bir yetenek oynamasa eskiden kundakçılık yapmış birinin bu kadar naif
olabileceğine seyirci inanmazdı. Fakat onda Tanrı vergisi bir yetenek var; dahi
bir piyanisti ya da Sade’yi aynı biçimde inandırıcı kılabiliyor. Açıkçası filmi
izlenebilir kılan hemen tek unsur da Rush’ın oyunu. Perdede göründüğü ilk andan
itibaren seyirciyi esir alıyor ve büyülüyor.
Filmin
yeterince etkili olamamasında vasatı aşamayan senaryonun yanı sıra John
Boorman’ın da payı var. Bir önceki çalışması “The General / Kod Adı General”de
yumuşak bir mizahla yıkıcı eleştiriyi ustalıkla harmanlayan Boorman bu kez
pilavın demini tam tutturamamış. Özellikle ilk yarısında filmin atmosferi hiç
sağlam değil, hele ilk on dakika seyirci havaya girmekte çok zorlanıyor. Bunda
jeneriğin önemli bir bölümünü Harry’nın kumaş biçmesi görüntüsünün üzerinde
geçiren Boorman’ın tercihlerinin payı büyük. Pek çok kez başarılı savaş-kavga
sahneleri çekmiş bir yönetmenin Marta, Harry ve Mickie arasında geçen, genç
kadının yüzünün parçalandığı geriye dönüş sahnesini bu kadar acemice kotarmış
olması da inanılır gibi değil.
Senaryonun
yarattığı sıkıntılarsa daha da fazla. Öncelikle bir “bakış açısı” sorunu var;
adını aldığı karakterin yaşadığı macerayı anlatması gereken film nedense
Andy’nin Panama’ya sürgün edilmesiyle başlıyor. Harry karakterini daha renkli
kılmaya çalışırken de Terzi’nin Benny Amcasıyla düşsel konuşmalarını vermek
gibi filmin genel düzeyini fena halde düşüren bir teknik uygulanıyor. Ünlü oyun
yazarı Harold Pinter’ı perdede izlemek hoş bir sürpriz kuşkusuz, fakat bu durum
Benny Amca karakterinin fazlalık olmasını engellemiyor. Aynı biçimde Louisa’nın
filmin sonlarına doğru kocasını kıskanmaya başlaması da göze batıyor.
Öyle
anlaşılıyor ki bu sorunlar filmin uyarlama olmasından kaynaklanıyor. Belli ki
Carré romanda hayli geniş bir yapı kurmuş, Louisa ile Harry’nin biraz monoton
ama onları mutlu tutan evliliklerinin hoş bir portresini de çizmiş. Diğer bazı
şeyler gibi bu portre de zaman darlığı yüzünden senaryoya tam aktarılamamış.
Fakat zaten roman ve senaryo çok farklı disiplinler; romanda hoş duran bir şey
perdede çok itici olabiliyor, ki bunun tersi de geçerli. Dolayısıyla Benny Amca
karakteriyle düşsel konuşmaları olduğu gibi Louisa’nın kıskançlığını da konu
dışı bırakmak yoluna gidilebilirdi.
Andy
ile Francesca arasında ilk tanıştıkları gün geçen konuşmalarda olduğu gibi yer
yer çift anlamlı cümleler kullanarak cinsel göndermelerde bulunan senaryonun bu
çabaları da filmi etkileyici kılmaya yetmiyor. Asıl sorun tutturulan hatla
ilişkili; ZAZ ekibinin örneğin “Top Secret / Çok Gizli”de yaptığı gibi absürde
kaymadan, daha yumuşak bir mizah tutturmaya gayret edildiğinde senaryodaki
buluşlar çok daha önemli hale geliyor. Ve maalesef “Panama Terzisi” bu açıdan
bakıldığında pek parlak bir performans sergilemiyor.
Sinema, sayı: 81, Ocak 2002
The
Tailor of Panama / Panama Terzisi
Yapımcı ve
yönetmen: John
Boorman
Senaryo: John Le Carré,
Andrew Davies, John Boorman (John Le Carré’in aynı adlı romanından)
Oyuncular: Pierce Brosnan
(Andrew Osnard), Geoffrey Rush (Harold Pendel), Jamie Lee Curtis (Louisa
Pendel), Leonor Varela (Marta), Brendan Gleeson (Mickie Abraxas), Harold Pinter
(Benny Amca), Catherine McCormack (Francesca Deane)
2001
ABD, İrlanda ortak yapımı, 109 dakika
Dağıtımcı firma: WB.
Gösterim tarihi: 30 Kasım 2001
DVD firması: Sony Pictures
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder