Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

4 Ekim 2011 Salı

Paul

IMDB: 7,1
Rotten Tomatoes: % 72
Manalı Filmler: 8,5

Sonunda bu da yapıldı.

İyi ki de yapıldı.

Amerikan halkı ve Holivud uzaylı istilası temasını öylesine abarttı ki bu kültür sanki tüm dünyaya aitmiş gibi algılanır oldu. Aslında iyi, yararlı uzaylı karakterleri işleyen önemli eserler yapılmasına karşın, istila temasını işleyen “V” ve “4400” gibi diziler, “Indepence Day / Kurtuluş Günü” gibi kof filmler çok daha fazla ilgi görüyor. Haliyle popüler kültür bu temayı işlemeye, bu korkuyu çoğaltmaya devam ediyor.

Steven Spielberg’in yönettiği muhteşem “War Of The Worlds / Dünyalar Savaşı”, usta işi senaryosu ve yönetmenin ana akım sinema dili ve tekniğine olağanüstü hakimiyetine rağmen özellikle gençler için “fazla yukarda” kaldı; onlara, onların anlayacağı dille seslenen, daha hafif bir esere ihtiyaç vardı.

“Paul” bu boşluğu dolduruyor, seyirciye ayna tutuyor, içinde yetiştiği kültürden otomatikman aldığı ve “gerçek” kabul ettiği şeyleri yüzüne vuruyor. Üstelik bunu hayli genç işi bir üslupla, fena halde dalga geçerek yapıyor.

Daha da önemlisi, sadece uzaylı kültürüyle ilgili bir film değil bu, hayli geniş hacimli: örneğin sığ din algısından ABD’de hayli yaygın olan ünlülerle ilgili komplo teorilerine kadar uzanıyor, gizli teşkilatlar, derin devlet gibi konularda ortalama Amerikalı’nın algılayış biçimi ve inançlarıyla, saygı duyduğu çizgi romanlar ve bilimkurgu eserleriyle alay ediyor. Tabii ki sinema da eleştiri oklarından nasibini alıyor (“X Files / Gizli Dosyalar”dan “Mac and Me”ye çeşitli filmlere gönderme yapılmış, hatta “Alien / Yaratık” serisinde canavar uzaylıyla mücadele eden Sigourney Weaver’a rol verilmiş).

70’lerde Woody Allen ve Mel Brooks yıkıcı mizahın nefis örneklerini vermiş, seyirciyi filmlerdeki klişelerle yüzleştirmişlerdi. “Paul” o filmlerin yolunu izliyor.

Üstelik çok bilinçli kotarılmış, tam nereye ait olduğunu iyi biliyor: 1938’de Superman karakterini yaratan çizgi romancıların, 1951’de “The Day the Earth Stood Still / Dünyanın Durduğu Gün”le insanlığın en ciddi sorunlarını gündeme getiren Robert Wise’ın ve tabii ki 1982’de “E.T. the Extra-Terrestrial” ile algıları sarsan Spielberg’in yanında saf tutuyor.

Andığım bu eserler Amerikalıların abartılı uzaylı korkusuna karşı durmuş, uzaylıların ille de kötü niyetli olması gerekmediğini anlatmaya çalışmışlardı. Bu bakış açısını sahiplenen “Paul” daha da ileri gidiyor, uzaylıyı gerçek bir kişiliğe dönüştürüyor. O kadar ilginç ve başarılı bir karakter çalışması yapılmış ki, Paul’u iyi veya kötü diye sınıflamak imkansız.

Dahası var: İlk kez bir film, evrenin merkezinde olmadığımızı bu kadar net biçimde vurguluyor; bundan evvelki her uzaylı filminin dünya dışı canlılara insanın gözüyle baktığını idrak etmemizi sağlıyor: Ya bize yardıma gelmişlerdi veya istilaya. Paul’unsa bunlarla ilgisi yok, aslına bakarsanız dünya da, insanlık da çok da umurunda değil… Aynen E. T. gibi o da bilimsel görevle gelmiş ve tek istediği evine dönmek.

“E. T.” büyük yönetmenin insanlığa bir armağanıydı. 1977’de Spielberg “Close Encounters of the Third Kind / Üçüncü Türle Yakınlaşmalar”la “kötü uzaylı” algısına ciddi bir darbe indirmiş, uzaylılarla ilişkimizde korkunun tek seçenek olmadığını söylemişti… “E. T.” bir adım ötesiydi, bizden çok daha ileri bile olsalar uzaylılarla sevgi ilişkisi kurabiliriz, diyordu. Bu cümleyi temellendirmek için Spielberg uzaylı karakterini “küçük bir çocuk” gibi tasarlamıştı. Yetişkinlerin algısının ve onların kurduğu uygarlığın böyle bir sevgi ilişkisine hazır olmadığını, bunu ancak çocukların yapabileceğini iddia eden bir filmdi “E. T.”.

Paul ise bir “kişi”; E.T.’nin büyümüş hali gibi, artık delikanlı olmuş, dünyayı ve insanları epey tanımış, neyi ciddiye alacağını, neyi almamak gerektiğini öğrenmiş ve sigarasıyla, argosuyla, şakaları ve eleştirel düşünceleriyle hayli “serin takılıyor”…

Ana karakteri aracılığıyla film de seyircisine –özellikle gençlere- aynı tavrı öneriyor: Tüm bu teorileri, ana kültürün size söylediklerini o kadar da ciddiye almayın, takılın…

Paul
Yönetmen: Greg Mottola
Senaryo: Nick Frost, Simon Pegg
Yapımcılar: Tim Bevan, Eric Fellner, Nira Park
Oyuncular: Simon Pegg (Graeme Willy), Nick Frost (Clive Gollings), Jane Lynch (Pat Stevens), David Koechner (Gus), Jesse Plemons (Jake), Seth Rogen (Paul'ün sesi), Jason Bateman (Ajan Zoil), Sigourney Weaver (büyük patron), Kristen Wiig (Ruth Buggs), John Carroll Lynch (Moses Buggs)
2011 ABD, İngiltere ortak yapımı, 109 dakika
Gösterim tarihi: 8 Temmuz 2011
DVD firması: As Sanat

3 yorum:

  1. Bu filmi çok sevmiştim ya... Paul çok cool idi... =)

    YanıtlaSil
  2. İnsanlar kendilerinde ne algılıyorsa uzaylılara da onu yüklüyor. Eğer insaoğlu şu anda uzaya gerçekten açılabiliyor olsa ve kendisine göre geri zekalı diyebileceği yaratıkların bulunduğu bir gezegen bulsa ne olurdu? İşte bu yüzden uzaylılar istilacı. İnsanlar insan olan yerlere gittiğinde bile sonuç farklı olmadı BKZ Amerika kıtası, Avustralya kıtası

    YanıtlaSil
  3. Farklı bakış açılarından görmeye çalışan ve önyargıları bu yolla kırabilen filmleri seviyorum.

    YanıtlaSil