Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

4 Mayıs 2012 Cuma

Paramparça: Aşklar-Köpekler

Ve hayat bir bütün olduğu içindir ki, burası etme bulma dünyası, ne ekersen onu biçiyorsun, ihanet edersen ihanete uğruyorsun, El Chico’nun müşterisi olan gencin yaptığı gibi şiddete davetiye çıkarırsan, gün geliyor hayat o zarfın üzerine senin adını da yazıyor

IMDB: 8,2 (170. sırada)
Rotten Tomatoes: % 9,2
Manalı Filmler: 9,9

“Amores Perros /Paramparça: Aşklar-Köpekler”, melek tarafımızla hayvan yanımız, “köpek yüreğimizle” “köpek dişlerimiz” arasındaki gerilim yüzünden paramparça olan insan yaşamları hakkında bir film…

Bir araba kazasının birbirine bağladığı üç öykünün ortak tarafı, hikayelerin baş kişilerinin, köpekleri ve belli bir insanı çok seviyor olmaları, tam da bu sevgi yüzünden zarara uğramaları, hissettikleri sevgiyle yırtıcı alışkanlıklarının oluşturduğu kör makasın cenderesinde kalıp ruhen ve bedenen parçalanmaları…

İlk öykünün kahramanı Octavio, ağabeyi Ramiro’nun karısına aşık, köpeği Cofi’yi dövüştürerek kazandığı parayla şehirden kaçıp Susana ile yeni bir yaşama başlamayı arzuluyor.

İkinci öykünün merkezinde ünlü model Valeria var: Sevgilisi Daniel’le yeni bir hayata başladığı gün kaza geçiriyor, vücudu, mesleğini sürdüremeyeceği biçimde zedeleniyor. Evden çıkamadığı –ve kimselerin onu aramadığı- boğucu nekahat günlerinin tek yoldaşı köpeği Ritchie’yi, kaçıverdiği döşemenin altından çıkaramıyor, zavallı hayvanı farelerin parçaladığını sanarak günler geçiriyor.

Octavio ve Valeria’nın arabalarını “parçalayan” kazaya, El Chico (Keçi) lakaplı evsiz tanık oluyor, görevlilerin arabadan çıkarıp yola bıraktıkları Cofi’yi sahipleniyor, yaşadığı terkedilmiş binada baktığı bir grup sokak köpeğinin arasına katıyor. Eski bir gerilla olan El Chico kiralık katil aslında, dağa çıkarken terkettiği kızıyla yeniden ilişki kurmanın yollarını arıyor.

Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu, bu üç öyküyü zamanı parçalayarak birleştiriyor, örneğin araba kazasını üç kez izliyoruz, her birinde bir kahramanın bakış (görüş) açısından.

Film, Tarantino’yu dünya çapında üne kavuşturan “Reservoir Dogs / Rezervuar Köpekleri”ni anımsatacak biçimde, hızla giden bir arabanın içinde (kazanın hemen öncesinde) açılıyor. Silahlı takip sürmektedir, filmin baş kişilerinden biri arabayı kullanırken bir yandan da arka koltukta kan kaybetmekte olan “köpek”le ilgilenmektedir vs.

Bu sahne aslında Octavio’nun öyküsünün orta bölümünde yer alıyor. Hikayenin başına dönüp delikanlıyı tanıyor, ağabeyi, annesi ve yengesi Susana ile ilişkisini izlemeye başlıyoruz. Filmde -başka bir çok şeyle birlikte-zamanın da parçalanacağını seyircisine böyle bildiriyor yönetmen.

Filmde parçalananların başında (David Cronenberg’in kulakları çınlasın) bedenler geliyor. Yakışıklı Octavio, duş alırken Ramiro’nun saldırısına uğruyor, kazadan çeşitli kırık ve yaralarla çıkıyor, bastonla yürüyebiliyor. Güzel Valeria’nın bedenine de iki darbe iniyor, araba kazasında parçalanan bacağı, yatak odasındaki -intihar girişimi izlenimi veren- kazadan sonra kangren olduğu için kesiliyor. Listede, Octavio’nun önce kafa attığı, sonra da dövdürdüğü Ramiro’nun banka soyarken bir kurşunla delinen bedeni, kazada ölen arkadaşı ve yine Octavio’nun bıçakladığı rakibi de var.

Sadece insan bedenleri değil, köpekler de parçalanıyor: Cofi’nin dövüşlerde öldürdüğü hemcinsleri, başarısı yüzünden bir insan tarafından kurşunlanması, iyileşir iyileşmez El Chico’nun köpeklerini parçalaması ve tabii ki farelerin yaraladığı Ritchie…

Octavio ve Valeria’nın arabaları kazada, El Chico’nun birbirlerine düşürdüğü üvey kardeşlerin arabaları ise bir hurdacıda parçalanıyorlar. Valeria ve sevgilisi, Ritchie’yi kurtarmak için döşemenin tahtalarını, Daniel yatak odasının kapısını parçalıyorlar.

Ve yaşamlar parçalanıyor… İzlediğimiz üç evliliğin biri 20 yıl önce, El Chico’nun karısı ve kızını terkedip dağa çıkmasıyla yıkılmış. İkincisi, filmin başlarında yıkılıyor, Daniel karısı ve iki kızını terkedip Valeria’yla birlikte yaşamaya başlıyor. Octavio’nun tüm çabalarına rağmen yıkılmayan Susana’nın evliliği ise Ramiro’nun ölümüyle bitiyor.

Oya gibi işlenmiş senaryo, üç ana kişi arasındaki benzerlik ve farklılıkların altını, zamanı parçalama yönteminden yararlanarak öyle bir çiziyor ki, seyirciye sadece izlemek ve “hayat ne kadar tuhaf” diye düşünmek kalıyor: El Chico’nun kızı babasız büyümüştü, Daniel’in kızlarını ve Ramiro’nun biri henüz doğmamış çocuklarını da aynı gelecek bekliyor.

Üç farklı sınıftan gelen kahramanlar, film boyunca büyük miktarlarda paralar kazanıyor ve kaybediyor ya da sevdikleri kişiye veriyorlar.

Maalesef hayat böyle…
Senaryo paralelliklerle örülmüş, ama her benzerlik, farklılığı da barındırıyor. Örneğin kazadan sonra -ameliyat için- saç ve sakalı kesilen Octavio’nun yeni yüzü kaybettiklerinin resmi olurken, El Chico’nun traş oluşu gerilla/kiralık katil kimliğini bırakacağını düşündürüyor.

Octavio yeni bir yaşama başlayamazken, bunu başarabilen Valeria sonrasında neredeyse her şeyini kaybediyor, katil El Chico’nun parçaladığı aileler, söndürdüğü yaşamlar sayesinde kazandığı paralar cebinde, katil köpeği yanında yeni bir yaşama doğru yürüdüğü final sahnesi ise filmin en çarpıcı bölümlerinden biri. Sadece onun başarabilmesinin nedeni belki de, yaşam ateşinde adamakıllı pişmiş, çelik gibi sertleşmiş olması, ama onun da duyguları, büyük acıları var. Geçmişte inandığı ideoloji uğruna, hapisten çıktığından beridir ise, inançsızlığı sayesinde gözünü kırpmadan adam öldürebiliyor ama Cofi’nin başına dayadığı silahını ateşleyemiyor. Cinayetlerle ilgili hiç suçluluk duymuyor ama kızıyla ilgili vicdan azabı öylesine büyük ki bedenine sığmıyor.

Filmin başarısında Inarritu’nun sağlam bakış açısının payı büyük. Senaryo başta olmak üzere tüm filme, didaktik olmayan, gördüklerini yansız bir tutumla izleyiciyle paylaşan bir anlayış hakim. Tüm karakterlere ne çok yakın, ne çok uzak, orta karar bir mesafede duran yönetmen, öfkeli, ya da isyankâr da değil; küçük kardeşlerinin yaramazlıklarından bahseden bir ağabey gibi, onları anlayarak, “maalesef böyle oluyor” der gibi anlatıyor…

İlginçtir ki film, insanlık durumlarını işlerken köpeklerden bolca yararlanıyor. Köpekler, nedensiz şiddet uygulamayı bilmiyorlar, fakat sahipleri arzu ettiğinde hemcinslerini öldürmeyi de öğreniyorlar. Köpek dövüşünü kazanç vasıtasına çevirenler insanlar; öz ya da üvey kardeşlerine, karılarına ve çocuklarına ihanet edenler de onlar. Köpekler ise sadakatleriyle tanınıyor, ihanet nedir bilmiyor, koşulsuz seviyorlar. İnsanlar da sevebiliyor kuşkusuz, fakat koşulları var, ihanete teşneler, bir yanları ne kadar melekse, öbür tarafları da o kadar hayvansı: Ramiro’nun karısına davranışlarında bu iki ucu da görüyoruz, Valeria ve Daniel’in birbirlerine tavırları da iki uç arasında dalgalanıyor. Octavio ağabeyine köpek gibi davranırken Susana’ya adeta tapıyor. Onlarca çocuğu öksüz bırakan El Chico, kızından bir gülücük, bir tatlı söz alabilmek için çevresinde dolaşıyor.

“Paramparça” tam da bu nedenlerle çok sert bir film, her mideye, her beyne göre olmadığı kesin. Çünkü bize bizi gösteriyor, hem melek, hem köpek olduğumuzu, bu ikisi arasında bir denge tutturmaya çalışırken kendimizi ve başkalarını parçaladığımızı anlatıyor.

Başkalarını da parçalıyoruz çünkü hayat bir bütün, hemcinslerini öldürmeyi öğrettiğin köpek, başka evlerde de sergiliyor marifetini…

Ve hayat bir bütün olduğu içindir ki, burası etme bulma dünyası, ne ekersen onu biçiyorsun, ihanet edersen ihanete uğruyorsun, El Chico’nun müşterisi olan gencin yaptığı gibi şiddete davetiye çıkarırsan, gün geliyor hayat o zarfın üzerine senin adını da yazıyor.

Tüm bunlarda raslantılar da rol oynuyor; Valeria yemek pişirmeyi biliyor olsa kaza geçirmeyecekti. O kazaya tanık olmasa El Chico, hayatını söndürmek için binlerce peso aldığı genci, sevgilisinin yanında vuracak, iki üvey kardeşi, ortalarında bir silahla başbaşa bırakmayacaktı.

“Paramparça”da böyle çarpıcı onlarca yaşantı parçası, onlarca dram var, hepsi de “Yaşam ne acayip” dedirten cinsten.

Hem de o kadar tuhaf ki; yüksek binalara boydan boya asılan resmin, gün geliyor indiriliyor. Ve sen, o resimde gururla sergilediğin güzel bacaklarından biri kesikken bakabiliyorsun boş duvara… Yanında seni hiç bırakmayacak köpeğin, bu haline uzun süre katlanmayacağı anlaşılan sevgilin ve gözlerinde yaşlarla…

Ağustos 2001
Yapımcı ve yönetmen: Alejandro Gonzalez Inarritu
Senaryo: Guillermo Arriaga
Oyuncular: Emilio Echevarria (El Chivo), Gael Garcia Bernal (Octavio), Goya Toledo (Valeria), Alvaro Guerrero (Daniel), Vanessa Bauche (Susana), Jorge Salinas (Luis), Marco Perez (Ramiro)
2000 Meksika yapımı, 154 dakika
DVD firması: As Sanat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder