Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

24 Ağustos 2014 Pazar

İnfaz

IMDB: 7.6
Rotten Tomatoes: % 90 
Manalı Filmler: 9.5

Tamer Baran

Calvary, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği tepenin adı. Diğer ismi daha yaygın bilinir: Golgotha. Filmin bu adı taşıması çok uygun çünkü ana karakterimiz rahip James aslında Hz. İsa’yı simgeliyor, yazar-yönetmen McDonagh “İsa günümüzde yaşasa ne olurdu?” sorusunu yanıtlamaya çalışıyor.

Fakat “İnfaz” sıkıcı bir dini film değil. Tersine dini eleştiriyor... James’in son haftasında görüştüğü pek çok insanla ilişkisini inceliyor, Rahip’in hiçbirinin derdine derman olamadığını gösteriyor. İnsanlar o kadar tuhaf, toplum öylesine yozlaşmış ki Hıristiyanlığın yapabileceği bir şey kalmamış, demeye getiriyor. Anlayışlı ve iyi kalpli bir din adamının bile elinden bir şey gelmiyor. Aksine o temiz kalpli adam topluma o kadar uyumsuz ki o topluluk onu öldürüyor.

“The General”, “The Guard”, “In Bruges”, “Safe House / Düşmanı Korurken” gibi filmlerden hatırlayabileceğiniz Gleeson yine muhteşem bir oyunculuk çıkarmış. McDonagh’nın rejisi de kusursuz; film sakin, akıcı, hiçbir abartısı, pürüzü yok.

Yine de bu filmin asıl büyüleyici tarafı senaryosu. Usta işi bir yapı, çok akıllıca kurulmuş, ana temalar makul ölçülerde işlenmiş… Cemaatine mensup, yakından tanıdığı birinin günah çıkarma kulübesinde Rahip’e onu öldüreceğini söylemesiyle başlayan film Rahip’in çevresinde ölümün kol gezdiğini gösteriyor: Örneğin yaşlı oyun yazarı elden ayaktan düşmeden kendini öldürmeyi planlıyor. James’in kızı zaten intihara kalkışmış, bileğinde kesikler... Birbirini hiç tanımayan çeşitli kişiler bir nedenle tartışıp birbirlerini vuruyorlar. Hatta Rahip’in köpeği boğazı kesilerek öldürülüyor.

Ki o köpeğin katilinin belirsiz kalması çok şık bir buluş. James’i öldüreceğini söyleyen adam kiliseyi kendisinin yaktığını kabul ediyor, ama köpeğe dokunmadığını belirtiyor. Öyleyse o küçük kasabada, bir katilin bile elini sürmekten kaçındığı bir köpeği gizlice öldürecek denli hasta ruhlu ve Rahip’ten nefret eden başka biri(leri?) de var. Rahip işte böyle bir dünyada yaşıyor ve insanların yaşamlarını iyileştirmeye çalışıyor.

Sözün kısası “Calvary”, önemli meseleleri işleyen, ustaca kotarılmış bir film. İrlanda sinemasından gelen bir pırlanta…

Ödülleri:
5 ödül ve 2 adaylık.

Calvary / İnfaz
Senaryo ve yönetim: John Michael McDonagh
Yapımcılar: Chris Clark, Flora Fernandez-Marengo, James Flynn
Oyuncular: Brendan Gleeson (Rahip James), Chris O'Dowd (Jack Brennan), Kelly Reilly (Fiona Lavelle), Aidan Gillen (Dr. Frank Harte), Dylan Moran (Michael Fitzgerald), M. Emmet Walsh (oyun yazarı)  
2014, İrlanda, İngiltere ortak yapımı, 100 dakika




10 Ağustos 2014 Pazar

Panama Terzisi

Andy karakteri aslında James Bond benzeri kişiliklerin bir karikatüründen başka bir şey değil ve Louisa ile Andy arasında denizde geçen sahne gibi bölümler 007 filmlerindeki benzerleri üzerinde oynanarak kotarılmış

IMDB: 6.1 
Rotten Tomatoes: %77
Manalı Filmler: 8.5

Tamer Baran

İki erkek ucuz bir genelevin bir odasında, yatağın üstünde oturmaktalar. Odadaki televizyonda çekik gözlü kadınların rol aldığı bir porno film oynarken, açık pencereden karşı odada sevişen bir çift görünüyor. Adamlar önemli devlet sırlarından bahsediyorlar; biri bu gizli işleri konuşmak için uygun bir mekan olduğundan orayı seçmiş olsalar da bir genelev yatağında olmaktan mutsuz, öteki kadınlara çok düşkün, konuşurken pornoyu seyretmeyi de ihmal etmiyor. Hatta az sonra uzanıp yatağı titreten mekanizmayı çalıştırıyor, hoplaya zıplaya konuşmayı sürdürüyorlar. Adamlardan Gizli Servis elemanı olanı, diğerine Panama devletinin sırlarına ilişkin sorular soruyor, uydurma üstadı olan beriki, porno filmden ilham alarak yanıtlar veriyor.

Bildiğim kadarıyla hiçbir filmde casusluk ve casuslarla bu kadar alay edilmemişti. Literatürün saygın ismi -1973 tarihli ünlü “Papillon / Kelebek”in yazarı- John Le Carré, casusların dünyasına ve devletler arasındaki ilişkilere gayet hakim; bu kez birikimini heyecanlı ve gerilimli bir casusluk filmi yerine bu alanın çalışanları, bürokratlar ve devlet adamlarıyla alay etmek için kullanıyor. Filmde eleştiri oklarından kurtulabilen neredeyse hiç kimse yok; özellikle her nevi bürokrat, devlet yöneticisi ve diplomat yerden yere vuruluyor. Örneğin baştan beri işini önemseyen, ciddi bir portre çizen İngiliz Konsolosu bile yeri geldiğinde sus payı istemekten çekinmiyor ki Andy ile Konsolos arasında geçen kısacık pazarlık sahnesi filmin en komik bölümlerinden biri.

Aslına bakılırsa epeyce komik olan birkaç sahne daha var: İngiliz ve Amerikalı devlet büyüklerinin Panama meselesini konuştukları toplantıda -“Happiness / Mutluluk” filminde oğlan çocuklarına düşkün aile reisini canlandıran- Dylan Baker’ın oynadığı General Dusenbaker’in gözleri dola dola yaptığı hamasi konuşma ve yine Andy ve Harry’nin rahatça iş konuşabilmek için gittikleri gay barda dans ettikleri bölüm… Zaten film seyircisini katıla katıla güldürmeyi hedeflemiyor, yönetmenin ve Carré’in da aralarında bulunduğu senaristler grubunun hedefi James Bond benzeri casusluk filmlerinin klişeleri üzerine zihin jimnastiği yapmak, seyirciyi o filmlerin şablonları üzerine düşünmeye çağırmak… Tam da bu nedenle casus/kahraman rolüne son yılların James Bond’u Pierce Brosnan seçilmiş. Çünkü Andy karakteri aslında James Bond benzeri kişiliklerin bir karikatüründen başka bir şey değil ve Louisa ile Andy arasında denizde geçen sahne gibi bölümler 007 filmlerindeki benzerleri üzerinde oynanarak kotarılmış. Andy’nin fena halde “ayağa düşmüş” bir Bond olduğunu da söyleyebiliriz; her gördüğü kadına sarkan, arada sırada işi rast gitse de genelde karşılık alamayan, vatan sevgisinden nasibini almamış, görevini cebini şişirmek için kullanan, karşısına çıkan herkese kazık atan, yaptığı planın önünü ardını düşünemeyen ve sonuçta başarıya epeyce tesadüfün yardımıyla erişen bir karakter bu. Oyunculuğuna pek saygı duyulmayan Brosnan’ın karizmatik tavırları ve ifadesiz yüzü bu kez çok işe yaramış, doğrusu kendisi de Andy karakterini ustalıkla oynuyor.

Fakat filmin oyunculuk bakımından asıl yıldızı kuşkusuz Geoffrey Rush. Diğer hemen herkes ya karikatür ya da klişe tiplerken Harry kişiliği filmin tek sağlam karakteri ve Rush bu fırsatı iyi değerlendiriyor, “Shine”dan beri hepimizin bildiği o inanılmaz yeteneğiyle, boyundan büyük işlere kalkışan, naif, iyi niyetli ama beceriksiz terziyi büyük bir rahatlıkla oynuyor. Sanırım Rush gibi bir yetenek oynamasa eskiden kundakçılık yapmış birinin bu kadar naif olabileceğine seyirci inanmazdı. Fakat onda Tanrı vergisi bir yetenek var; dahi bir piyanisti ya da Sade’yi aynı biçimde inandırıcı kılabiliyor. Açıkçası filmi izlenebilir kılan hemen tek unsur da Rush’ın oyunu. Perdede göründüğü ilk andan itibaren seyirciyi esir alıyor ve büyülüyor.

Filmin yeterince etkili olamamasında vasatı aşamayan senaryonun yanı sıra John Boorman’ın da payı var. Bir önceki çalışması “The General / Kod Adı General”de yumuşak bir mizahla yıkıcı eleştiriyi ustalıkla harmanlayan Boorman bu kez pilavın demini tam tutturamamış. Özellikle ilk yarısında filmin atmosferi hiç sağlam değil, hele ilk on dakika seyirci havaya girmekte çok zorlanıyor. Bunda jeneriğin önemli bir bölümünü Harry’nın kumaş biçmesi görüntüsünün üzerinde geçiren Boorman’ın tercihlerinin payı büyük. Pek çok kez başarılı savaş-kavga sahneleri çekmiş bir yönetmenin Marta, Harry ve Mickie arasında geçen, genç kadının yüzünün parçalandığı geriye dönüş sahnesini bu kadar acemice kotarmış olması da inanılır gibi değil.

Senaryonun yarattığı sıkıntılarsa daha da fazla. Öncelikle bir “bakış açısı” sorunu var; adını aldığı karakterin yaşadığı macerayı anlatması gereken film nedense Andy’nin Panama’ya sürgün edilmesiyle başlıyor. Harry karakterini daha renkli kılmaya çalışırken de Terzi’nin Benny Amcasıyla düşsel konuşmalarını vermek gibi filmin genel düzeyini fena halde düşüren bir teknik uygulanıyor. Ünlü oyun yazarı Harold Pinter’ı perdede izlemek hoş bir sürpriz kuşkusuz, fakat bu durum Benny Amca karakterinin fazlalık olmasını engellemiyor. Aynı biçimde Louisa’nın filmin sonlarına doğru kocasını kıskanmaya başlaması da göze batıyor.

Öyle anlaşılıyor ki bu sorunlar filmin uyarlama olmasından kaynaklanıyor. Belli ki Carré romanda hayli geniş bir yapı kurmuş, Louisa ile Harry’nin biraz monoton ama onları mutlu tutan evliliklerinin hoş bir portresini de çizmiş. Diğer bazı şeyler gibi bu portre de zaman darlığı yüzünden senaryoya tam aktarılamamış. Fakat zaten roman ve senaryo çok farklı disiplinler; romanda hoş duran bir şey perdede çok itici olabiliyor, ki bunun tersi de geçerli. Dolayısıyla Benny Amca karakteriyle düşsel konuşmaları olduğu gibi Louisa’nın kıskançlığını da konu dışı bırakmak yoluna gidilebilirdi.

Andy ile Francesca arasında ilk tanıştıkları gün geçen konuşmalarda olduğu gibi yer yer çift anlamlı cümleler kullanarak cinsel göndermelerde bulunan senaryonun bu çabaları da filmi etkileyici kılmaya yetmiyor. Asıl sorun tutturulan hatla ilişkili; ZAZ ekibinin örneğin “Top Secret / Çok Gizli”de yaptığı gibi absürde kaymadan, daha yumuşak bir mizah tutturmaya gayret edildiğinde senaryodaki buluşlar çok daha önemli hale geliyor. Ve maalesef “Panama Terzisi” bu açıdan bakıldığında pek parlak bir performans sergilemiyor.    

Sinema, sayı: 81, Ocak 2002

The Tailor of Panama / Panama Terzisi
Yapımcı ve yönetmen: John Boorman
Senaryo: John Le Carré, Andrew Davies, John Boorman (John Le Carré’in aynı adlı romanından)
Oyuncular: Pierce Brosnan (Andrew Osnard), Geoffrey Rush (Harold Pendel), Jamie Lee Curtis (Louisa Pendel), Leonor Varela (Marta), Brendan Gleeson (Mickie Abraxas), Harold Pinter (Benny Amca), Catherine McCormack (Francesca Deane)
2001 ABD, İrlanda ortak yapımı, 109 dakika
Dağıtımcı firma: WB.
Gösterim tarihi: 30 Kasım 2001

DVD firması: Sony Pictures