Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

29 Kasım 2010 Pazartesi

Sonsuz Sokaklar

Fellini iki karakterinin iç dünyalarını ustalıkla sergilemekle kalmaz, hayata tutunamamaktan kaynaklanan acılarını da seyirciye geçirmeyi başarır

IMDB: 8,2 (202. sırada)
Rotten Tomatoes: % 97
Allmovie: 5 yıldız
Manalı Filmler: 9,5
“Sinema Tarihinin En İyi 1000 Filmi” listesinde 52. sırada

Dino De Laurentiis’in anısına
(8 Ağustos 1919 – 10 Kasım 2010)


Fellini’nin önemli özelliklerinden biri, filmlerinde aslında hep kendini anlattığını gizlememesidir. Ne eserinde saklar bunu, ne de söyleşilerinde. Hayattan her ne anladıysa filmlerinde vardır, ne yaşadıysa, ne hissettiyse… Bu durumla barışıktır. Eserleri, bir insan olarak geçirdiği dönüşümün, gelişimin de izlerini taşır. Örneğin Bergman gibi Fellini de önemli bir öğretmendir; eserleri hem sinema, hem de hayat hakkında değerli bilgiler içerir; meraklısı için bu bilgeliğin gelişimini incelemek ilham verici, hatta aydınlatıcı olabilir.

Bu açıdan bakıldığında “Sonsuz Sokaklar”, tüm Fellini repertuarından ayrı bir yerde durur; benzersizdir, özeldir… Henüz yönetmeni toplumcu İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımından kopamamıştır, ama ilerde başta “Otto e Mezzo / 8,5” olmak üzere, “Casanova”, “Ruhların Jülyeti” gibi filmlerinde yapacağı ruhbilimsel analizler için gerekli eğilim, arzu ve birikimi de barındırmaktadır. Biri dışa/hayat, diğeri içe dönük iki tutunamayanın hüzünlü hikayesini anlatan film bu iki eğilimin güçlü bir sentezidir.

“La Strada”yı çektiğinde Fellini henüz 34 yaşındaydı. Ünlü bir senaristti, ama yönetmenliğe yeni alışıyordu. Geçmişiyle yakından ilgili bir film yapmış, beğeniyle karşılanmıştı (Doğduğu Rimini kasabasındaki gençlerin umutsuz yaşantılarını anlatan “Il Vittolini / Aylaklar”). Henüz “Amarcord” gibi çok daha kişisel filmlerin fikri bile yoktu ortada, Fellini dünyayla arasında bir köprü inşa etmeye çalışıyor, içselliğini keşfetmeye, binlerce insanın anlayarak izleyebileceği filmler için malzeme çıkarmaya uğraşıyordu (Tüm filmlerinde “aslında bulduklarını değil aradıklarını anlattığını” söyleşilerinde sık yinelemiştir).

“La Strada” bu köprüyü, bireyle toplum arasındaki ilişkiyi resmeder ve o gün itibariyle Fellini’nin içinde bulunduğu duygusal dünyayı yansıtır. Bakış açısı karamsardır, ama sevgiye vurgu yapmayı da ihmal etmez.

“Sonsuz Sokaklar”ı arşınlayan iki kişiden baskın olanı gösteri sanatçısı Zampano’dur. Vücuduna sardığı zincirleri kırarken, kendisine yardımcı olması için ailesinden satın aldığı Gelsomina onu asiste eder, gösteri sonrasında para toplar. Cahil, kaba saba bir adamdır Zampano, genç kadınla iletişim kurmaz, duygularını anlamaya çalışmaz, gösterilere katıldığında bile onu takdir etmez, hatta “ıssızlığın ortasında” bırakıp gider. Gelsomina’nın onsuz yaşayamadığını öğrendiğinde, Zampano’nun da hayatını sürdüremeyeceğini hissettirir Fellini; “yol arkadaşını” ve onunla arasındaki bağın gücü anlayamamasının bedelini ödeyecektir…

Birbirine hiç benzemeyen, birbirini çok az tanıyan iki insan arasındaki garip bağın hikayesidir “La Strada”. Aşk mı dostluk mu olduğu belirsiz, ama güçlü bir bağlılık, hatta bağımlılık olduğu kesin bir ilişkinin analizidir.

Fellini iki karakterinin iç dünyalarını ustalıkla sergilemekle kalmaz, hayata tutunamamaktan ve o bağımlılığın yükünü kaldıramamaktan kaynaklanan acılarını da seyirciye geçirmeyi başarır. İşte bu yüzden hayli dokunaklı bir filmdir “Sonsuz Sokaklar”.

Genelde şiirsel olduğu tespiti yapılır, oysa düpedüz ağıttır…

Ödülleri:
En İyi Yabancı Film dalında Oskar; Özgün Senaryo dalında Oskar adaylığı
Ayrıca 6 ödül, 3 adaylık

La Strada / The Road / Sonsuz Sokaklar
Yönetmen: Federico Fellini
Senaryo: Federico Fellini, Tullio Pinelli, Ennio Flaiano
Yapımcılar: Dino De Laurentiis, Carlo Ponti
Oyuncular: Anthony Quinn (Zampano), Giulietta Masina (Gelsomina), Richard Basehart (Il Matto), Aldo Silvani, Marcella Roverea, Livia Venturini
1954 İtalya yapımı, 108 dakika
Gösterim tarihi: Mayıs 1957
DVD firması: As Sanat

La Jetée

IMDB: 8,3
Allmovie: 4,5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 93
Manalı Filmler: 9,0

Sinema tarihinin en ünlü ve manalı kısa filmlerinden biri, belki de birincisi…

Ünlü belgesel yönetmeni Chris Marker, 1962’de, tamamı fotoğraflardan oluşan, yani hareketli görüntü içermeyen bu kısa filmle adını tarihe yazdırdı (Sadece Kadın’ın uyandığı an, kısacık bir hareket var). Üstelik film (Almanca fısıltılar haricinde) diyalog da içermiyor, hikayeyi dış ses anlatıyor.

Ve bu özelliklere sahip olan bu film çok beğeniliyor, sinema otoriteleri tarafından “takipçi”lerinden daha başarılı bulunuyor, bugün bile bilim kurgu dalının en iyi filmlerinden biri olarak kabul görüyor…

Haliyle “La Jetée”, azımsanamayacak bir katkı yapmış, pek çok sinemacıyı etkilemiş. Filmin zaman yolculuğuna yaklaşımından ilham alan eserler arasında örneğin “Terminator” serisi sayılabilir. Ünlü Terry Gilliam filmi “Twelve Monkeys / Oniki Maymun” zaten bu kısa filmden hareketle kotarılmıştı.

3. Dünya Savaşı dünyayı yerle bir etmiş, sağ kalan bir avuç insan yeraltında yaşamaya başlamışlardır. Totaliter yetkililer uygarlığın yeniden yaratılmasında ihtiyaç duyulan kaynakları bulması amacıyla seçilmiş kişileri zaman yolculuğuna çıkarır, ama sadece Adam başarılı olur. Çocukluğunda bir kez gördüğü, ama unutamadığı Kadın’ı bulur, aralarında bir yakınlık gelişir.

Bu öykü aracılığıyla Marker hayata anlamını veren değerleri anımsatıyor, seyircisini sevgi, zaman ve bellek üzerine düşünmeye davet ediyor.

Taklitlerinden sakınınız: “La Jetée” onların olamayacağı kadar şiirsel, duygulu ve etkili bir film…

Meraklısına:
Filmi izlerken, Marker’ın film ekonomisi açısından bulduğu çözümleri (örneğin “geleceğin dünyası”na seyirciyi nasıl ikna ettiğini) de incelemenizi öneririm.
Kadın ve Adam’ın birlikte kesilmiş ağaç gövdesine baktıkları sahne, ünlü Hitchcock yapıtı “Vertigo”ya gönderme.

Sinema eleştirmeni ve akademisyen Janet Harbord filmi her yönüyle incelediği bir kitap yayımladı.

Ödülleri:
Jean Vigo Ödülü

İzlemek için:
Google
Dailymotion
DVD’sinde ise yine zaman ve bellek temalarını işleyen Marker belgeseli “Sans Soleil” (1983) ile birlikte.

La Jetée / The Pier
Senaryo ve yönetim: Chris Marker
Oyuncular: Jean Négroni (anlatıcı), Hélène Chatelain (Kadın), Davos Hanich (Adam), Jacques Ledoux (Deneyi yapan)
1962 Fransa yapımı, 28 dakika, siyah beyaz

Kara Şövalye

IMDB: 8,9 (10. sırada)
Allmovie: 4,5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 93
Manalı Filmler: 8,0

Bruce Wayne’in dönüşümü sürüyor…

“Batman Başlıyor”da Wayne, intikam arzusuyla dolu genç bir adamdan topluma hizmet için uğraşan bir kahramana dönüşmüştü. Bu filmde ise Batman olarak kendi varoluşunu sorguluyor, “toplumun kahramana ihtiyacı var mı?” sorusuyla cebelleşiyor, sonunda egosunu biraz daha geri çekmeye karar veriyor. “Nasıl tanındığı” önemini yitirmiştir artık, alkış, iltifat ve madalya yerine nefret, aşağılanma ve belki de hapis cezasıyla karşılaşacağını bile bile “kara şövalye” olmaya razı geliyor.

Batman’in bu dönüşümünde Joker ve Dent’i yakından tanımasının, onların iç yolculuklarına tanık olmasının payı büyük. Bu üç karakter aracılığıyla “insanın içindeki iyi ve kötü” meselesinin tartışılması ise bu filme asıl değerini veren unsur. Bu açıdan ilham veren bir yanı da var.

Şahsen bu filmi “Batman Başlıyor” kadar bile beğenmiyorum. Yine de bir sonraki Nolan/Batman filmi “The Dark Knight Rises”ı sabırsızlıkla bekliyorum çünkü belli ki Batman’in dönüşümü devam edecek. Nolan, ana karakterinin spiritüel gelişimini anlatmayı ısrarla sürdürüyor ve çok başarılı sonuçlar elde ediyor. Bir sonraki filmde Wayne egosunu tamamen sıfırlayabilecek mi bilmiyorum, ama bu ihtimalin varlığı bile heyecan verici…

Ödülleri:
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Heath Ledger) ve Ses Kurgusu dallarında Oskar; Sanat Yönetmenliği, Görüntü Yönetmenliği, Makyaj, Kurgu, Görsel Efekt ve Ses dallarında Oskar adaylığı
Ayrıca 79 ödül ve 55 adaylık.

The Dark Knight / Kara Şövalye
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Christopher Nolan, Jonathan Nolan (Öykü: Christopher Nolan ve David S. Goyer; Karakterler: Bob Kane)
Yapımcılar: Charles Roven, Emma Thomas, Christopher Nolan
Oyuncular: Christian Bale (Bruce Wayne / Batman), Heath Ledger (Joker), Aaron Eckhart (Harvey Dent), Michael Caine (Alfred), Maggie Gyllenhaal (Rachel), Gary Oldman (Jim), Morgan Freeman (Lucius Fox)
2008 ABD, İngiltere ortak yapımı, 152 dakika
Gösterim tarihi: 25 Temmuz 2008
DVD firması: Tiglon / Warner Home Video

12 Kasım 2010 Cuma

Ateşkes

Gerçek bir olaydan uyarlanmış, hayli ilginç, oldukça başarılı ve çok etkili bir "barış filmi"...

IMDB: 7,7
Allmovie: 3,5 yıldız
Metacritic: % 70
Manalı Filmler: 9,0

Herhangi bir savaş filmi değil bu, savaşı sorgulayan, sorgulatan bir eser… İlle de etiketlemek gerekiyorsa, “barış filmi” demek daha uygun olur.

Çünkü “Joyeux Noël / Ateşkes”, 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış bir ateşkesi konu ediniyor, o bir günü süresiz barışa çevirmeye çalışan askerlere odaklanıyor.

Üç ayrı milletin askerleri aynı alanda, aynı amaçla toplanmışlardır. O zamanlar “Büyük Savaş” denen 1. Dünya Savaşı, bitmez tükenmez siper çatışmalarıyla sürmektedir, binlerce perişan asker kan ve çamur dolu çukurlarda hayatta kalmaya çalışmaktadır. En fazla 20-30 metre mesafede üç siperde İskoç, Fransız ve Alman askerler bulunmaktadır, kimse kayda değer bir üstünlük sağlayamaz, savaş kilitlenmiştir… Alman tenor Benno Fürmann da askere alınmıştır. Eşi Anna, Noel şerefine bir resital düzenlenmesi için yetkililerden izin alır, etkinlik bitince eşiyle birlikte siperlere gider. Benno birlikte çarpıştığı arkadaşlarına şarkı söylerken siperler arasındaki (bizde “tarafsız” deniyor ama aslında İngilizce “no man’s land” karşılığı daha uygun) sahipsiz bölgeye çıkar, kimse ateş etmeyince herkes o alana doluşur, sürpriz ateşkes kendiliğinden başlamış olur.

Carion o geceyi ve devamında gelişen olayları hümanist bir yaklaşımla ele alıyor. Kendiliğinden gelişen ateşkesin, üst rütbeli subaylar ve siyasiler tarafından neden ve nasıl bitirildiğini gösteriyor. Tavrı çok net, tarafı belli: Savaş karşıtı, aslında savaşmaya hiç de arzulu olmayan sıradan insanlardan, gerektiğince mecburen siperlere doluşan “sokaktaki adam”dan yana. Filmin çok etkili açılış sekansında gösterdiği gibi, devletler o sıradan vatandaşların zihnini daha ilkokul sıralarında düşmanca fikirlerle dolduruyor, körpe yüreklere zalim duygular ekiyorlar. Devletlerin çıkarları olmasa, aslında kimse kimseye düşman olmayacak, kimse kimseyi öldürmeye çalışmayacak…

“Ateşkes” her öğesiyle çok başarılı bir film. Ayrıca gerçek bir olaydan nasıl uyarlama yapılacağına dair ilginç veriler de sunuyor. Meraklısına, DVD’de yer alan çıkartılmış sahneleri de mutlaka izlemesini ve filmi o ateşkes gününü konu alan belgeselle birlikte incelemesini öneririm.

Ödülleri:
En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre ve Oskar adayı
Ayrıca 2 ödül, 8 adaylık

Seçme replikler:
Afiş sloganı: Düşmansız savaş olamaz.

General (Anna’yla resital konusunu görüşürken, kocasını kastederek): Onu sadece bir gece görebileceksiniz. Ne manası var ki bunun?
Anna: Bir geceden fazlası olacak. Bizim dakikalarımız sizinkilerden uzun.

Alman Teğmen Horstmayer: Karınızın durumunu dün gece öğrendim. İsterseniz ona mektubunuzu ulaştırabilirim.
Fransız Teğmen Audebert: Bunu neden yapasınız ki? Yakalanırsanız…
Horstmayer (sözünü keser): Bir mektup savaşı kazanmamızı engellemez. Hem Paris’i aldığımızda ve savaş bittiğinde, bize Rue Vavin’de bir içki ısmarlarsın.
Audebert: Bir içki içmek için Paris’i işgal etmenize gerek yok.

Horstmayer (Audebert ve adamlarına): Topçumuz on dakika sonra siperlerinizi bombalamaya başlayacak. Bizim siperlere gelin, korunursunuz.

Meraklısına:
1. Dünya Savaşı sırasında bir başka ateşkes, Türk ve Anzak askerleri arasında yaşanmış, oluşan dostluk ve sevgi ortamı savaşın kaderini değiştirmiş, bugün de devam eden Anzak Günü kutlamalarına zemin oluşturmuştu. Ancak o olayın filmi henüz çekilmedi (Ünlü Peter Weir yapıtı “Gallipolli / Gelibolu” sadece Anzak cephesini işler ve ateşkese hiç değinmez).

Happy Christmas / Joyeux Noël / Ateşkes
Senaryo ve yönetim: Christian Carion
Yapımcılar: Christophe Rossignon, Kate Ogborn, Patrick Quinet
Oyuncular: Diane Kruger (Anna Sörensen), Natalie Dessay (Anna'nın şarkılarında vokal), Benno Fürmann (Nikolaus Sprink), Rolando Villazón (Nikolaus'un şarkılarında vokal), Guillaume Canet (Audebert), Gary Lewis (Palmer), Dany Boon (Ponchel), Daniel Brühl (Horstmayer)
2009 Fransa, Almanya, İngiltere, Belçika, Romanya ortak yapımı, 116 dakika.
Gösterim tarihi: 7 Nisan 2006
DVD firması: Bir Film / Palermo

Noel Ateşkesi


Manalı Filmler: 8,0

NTV’de “Dünyayı Sarsan Günler” adıyla gösterilen BBC belgeseli “Days That Shook The World”, kısa sürede yaşanmasına rağmen tarihin akışını değiştiren olayları inceliyor. Çoğu bölümde birbiriyle tematik bağlantısı bulunan iki olay birlikte sunuluyor (Hitler ve De Gaulle’e karşı suikast girişimleri gibi). Sadece iki bölümde tek bir olay işlenmiş ki bunlardan biri de Noel Ateşkesi (diğeri Pearl Harbour baskını). Dizi bir tür “TV ansiklopedisi” gibi tasarlanmış ve genelde iyi bilinen olayları öncesi ve sonrasıyla ele alarak geniş bir özetini yapıyor.

“Noel Ateşkesi” adını taşıyan bölümü izlemek, şaşırtıcı ve çok öğretici bir deneyim. Çünkü gerçek olay, “Joyeux Noel / Ateşkes” filminde anlatıldığından çok daha geniş. Filmde tek bölgede yaşanan dostluk havası gerçekte 7-8 ayrı bölgeye yayılmış ve oralardaki insanların birbirlerinden haberleri yok, her bölgede kendiliğinden gelişmiş (Tam olarak kaç bölgede “kendiliğinden ateşkes” yaşandığına ilişkin belirsizlik, resmi raporlarda bunlara yer verilmemesinden kaynaklanıyor. Asker mektuplarından anlaşılıyor ki en az 7 bölgede erler düşmana ateş etmeyi reddetmişler. Belgeselde “barış arzusunun bir virüs gibi yayıldığı” söyleniyor). Ayrıca askerler birlikte şarkı söyleyip eğlenmişler, içki içmişler, futbol oynamışlar (bir bölgede gerçek topla, diğerlerinde konserve kutuları, topa benzetilmiş kum torbaları vs ile). Ayrıca gerçekte askerler “düşmanı” tanımanın ve dostluk etmenin etkisinden uzun süre kurtulamamış, Noel ateşkesi bittikten sonra da ateş etmeyi reddetmişler. Yaklaşık bir hafta sürmüş bu durum, üst rütbeli subayların zorlamasıyla erler silahlarını kullanmaya başlamış ama bu kez de özellikle düşmanın başının üzerine nişan almışlar. Bu hal de bir hafta kadar devam etmiş, sonunda düşman siperine dostluk ziyareti yapan bir askerin sırtından vurulması savaşın eski haline dönmesine neden olmuş.

İleri okuma için:
Olayın çeşitli yönlerini anlatan kitapların isimlerini de içeren bir makale (İngilizce)

Days That Shook The World: Christmas Truce / Dünyayı Sarsan Günler: Noel Ateşkesi
Senaryo ve yönetim: Nic Young
Yapımcılar: Anna Thomson, Neil McDonald, David Upshal
Anlatan: Peter Guinness
2004 İngiltere yapımı, 50 dakika.
Gösterim tarihi: Ekim 2004

Prestij

IMDB: 8,4 (73. sırada)
Allmovie: 3,5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 75
Metacritic: % 66
Manalı Filmler: 8,5

Christopher Nolan’ın, “Insomnia” yazısında yaptığım tarife (“Uçlarda dolaşan hikayelerini ana akım sinemanın standartlarına uygun anlatmayı yeğleyen”) en uygun filmlerinden biri de “Prestige / Prestij”. Ayrıca film, belli başlı Nolan temalarının neredeyse tamamını içeriyor: Gerçek, gerçekliğin(in) tutsağı olan birey, gerçekliğin değiştirilmesi, başkasının gerçekliğine müdahale etmek, yanılsama, yalan, vicdan azabı vs…

Ayrıca film, kişisel eğilimleri dolayısıyla Nolan’ın mesafeli kalamayacağı, ama bu filme kadar da eğilme fırsatı bulamadığı alanlara girmesini de sağlıyor: Sihirbazlık, yani gerçeği değiştirme yanılsaması üzerine kurulu bir uğraş/sanat ve hem gerçeği en iyi aktaran, hem de yeni bir gerçeklik kurmaya en çok yaklaşabilen sanat dalı, yani sinema (Bu dönem filminde bugün bildiğimiz anlamıyla “sinema” yok elbette, ama tüm film hem sinemaya saygı duruşu, hem de sinemayla ve seyirciyle hesaplaşma üzerine kurulu. Cutter’ın açılıştaki repliklerinin finalde yinelenmesinin anlamı çok açık; o cümleler sinema seyircisine söyleniyor: “Gerçekten anlamayı/keşfetmeyi arzu etmiyorsunuz, kandırılmak istiyorsunuz”.

Gerçeklikle ilgili tipik Nolan temalarını işlerken kıskançlık, rekabet, tutku, takıntı, fedakarlık gibi insani duygu ve hallere de geniş yer veren “Prestij” senaryosunun asıl şaşırtıcı tarafı Nolan’ın kendine ve seyirciye duyduğu güven. Teknik açıdan bu kadar zor bir senaryoyu, yüksek bütçeli bir ana akım sinema filminde kullanmak gerçekten büyük cesaret gerektirir. Filmin açılışını hatırlatayım:

Cutter’ın Borden’ın kızına sihirbazlık tekniklerine ilişkin açıklaması önsöz niteliğindedir, bunlarla Angier’in öldüğü sekans paralel kurguyla aktarılır.

Borden idamla yargılanmaktadır.

Bir avukat hapishanede onu ziyaret eder, sırlarını satmasını ister, o görüşme sırasında Angier’in günlüğünü Borden’e verir.

Borden günlüğü hücresinde okurken Angier merkezli geriye dönüş sahneleri başlar (dış ses/anlatıcı da Angier’dir bu bölümde)

Angier Tesla’yı ziyarete gider, görüşemez, otelde beklerken Borden’ın günlüğünü okumaya başlar. Geriye dönüş sahneleri bu kez Borden merkezlidir, ikisinin de genç sihirbaz çırağı oldukları günler onun ağzından anlatılır.

Böylece film henüz 12. dakikasına varmadan, iki kahramanıyla birlikte Tesla, Cutter gibi önemli yan karakterlerden bazılarını da seyirciye tanıtmış, ana hikayesini özetlemiş (iki sihirbaz arasındaki kıskançlık ve rekabet), -Nolan’a her zamanki “gerçeklik kurma ve yıkma” yaklaşımı gereği çok gereken- tekinsiz, gizemli ama öte yandan çekici bir atmosfer sunmuş ve buna seyirciyi alıştırmış, ana dram öğelerinin bir kısmını işlemeye başlamış (ün, ustalık, kıskançlık, cinayet, mahkumiyet, olası bir idam, babasız kalacak bir çocuk vs) ve -bence en tuhafı- çok katmanlı yapısını izleyicisine kabul ettirmiş olur (iki kahraman, iki ayrı defter, sürekli iki dış ses kullanımı vs). Böyle bir teknik seviyeye (ki şu an sadece senaryo tekniklerinden söz ediyorum) binde bir rastlanıyor.

Üstelik bu, bir dönem filmi, yani bu 12 dakikada, sadece kostüm, mekan veya oyunculuk tarzına ilişkin değil, görüntü yönetmenliği ve rejide de uygun bir stilin belirlenmiş ve başarıyla uygulanmakta olması gerekiyor.

Üstelik bu, sihirbazlık gibi özel bir alana eğilen, yani seyirciye o alana ilişkin belli bilgiler aktarması, ama bazılarını özenle gizlemesi, bu konuda çok sağlıklı bir denge tutturması gereken bir film (Nitekim Nolan bunları başarmakla kalmamış, ayrıca filmin yapısını sihirbazlık numaralarındaki gibi üç aşamalı olarak kurmuş.)

Uzatmayayım, sadece ilk 12 dakikasını izlediğinizde bile, “Prestij”in sadece senaryo teknikleri açısından başarısı bile insanın başını döndürmeye yetiyor. Ayrıca diğer sinemasal aygıtların (oyunculuk, görüntü, kurgu vs) tamamında da çok üst düzey bir başarıya ulaşılmış ve bu seviye filmin son karesine kadar aksamadan gidiyor.

Mana açısından değerlendirdiğimizde filmin önemini artıran iki faktör daha var: İlki sonuçta tüm hikayenin “yaşama bilinci”yle alakalı oluşu, arzu eden seyircinin “ahlaki ders” çıkarmasına müsait yapısı ve ikincisi gerçekliği –gerçeküstücü denilebilecek bir yaklaşımla- değiştiren dahi bilim adamı Tesla’yı gündeme getirmesi… Filmin Tesla’yla ilgili sahneleri, onun dehası hakkında epey bilgi veriyor ve en büyük tutkusu olan “kablosuz enerji aktarımı”nı kolay unutulmayacak bir görsellikle aktarıyor.

Filmin tek olumsuz yönü de senaryosuyla ilişkili, Nolan yine zekasını denetleyememiş, öyküyü/filmi daha da ilginç kılmak adına yaptığı manevralar (falancanın ikizi varmış modeli trükler) bir yerden sonra “fazla” oluyor, gerçeklikle fantezi arasındaki sağlıklı denge finale doğru adam akıllı bozuluyor.

Meraklısına:
Filme temel oluşturan roman ülkemizde de yayımlandı

Yapım firması New Market romanını uyarlamak istediğinde Christopher Priest’a “The Following / Takip”in kopyasını yollamış (zaten o sırada daha henüz “Memento / Akıl Defteri” çekilmiş değilmiş), Priest Nolan’ın yaklaşımını kendi romanlarındaki tavra çok benzetmiş, filmi sevmiş ve başka teklifler almış olmasına rağmen New Market’le anlaşmış.

Ödülleri:
Sanat Yönetmeni ve Görüntü Yönetmeni dallarında Oskar’a; Amerikan Bilimkurgu, Fantezi, Korku Filmleri Akademisi’nce En İyi Bilimkurgu Film ve En İyi Kostüm dallarında Saturn Ödülü’ne aday gösterildi.
Ayrıca 3 ödül ve 11 adaylık.

Seçme replikler:
Angier (Borden’a): “Hiçbir şey mi?.. Bu işi neden yaptığımızı hiç anlayamamışsın. Seyirci gerçeği bilir. Dünya basittir. Sefildir. Tümüyle maddidir. Ama onları kandırabilirsek, bir saniye için bile olsa… o zaman hayret etmelerini sağlarsın. Sonra… çok özel bir şey görürsün. Gerçekten bilmiyorsun demek… Yüzlerindeki ifade… her şeye değerdi.”

Cutter (açılış replikleri): “Dikkatle seyrediyor musun? Her sihirbazlık numarası üç bölümden, üç sahneden oluşur. İlki ‘vaat’ bölümüdür. Sihirbaz sana sıradan bir şey gösterir, bir deste kağıt, bir kuş veya bir insan. Bu desteyi sana gösterir, hatta belki incelemeni ister… gerçek, normal, üzerinde oynanmamış bir şey olduğunu görmen için. Fakat gerçek, farklı olabilir… İkinci perdeye ‘dönemeç’ denir. Sihirbaz o sıradan nesneyi alır... ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür. İşte o an, hilenin sırrını arar ama bulamazsınız. Çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Sırrı bilmek değil, kandırılmak istiyorsunuz. Henüz alkışlamazsınız... çünkü bir şeyi yok etmek yeterli değildir. Onu geri getirmeniz gerekir. İşte bu yüzden her sihirbazlık numarasında üçüncü bir perde bulunur. En zoru… Ona ‘Prestij’ deriz…" (Filmin en sonunda bu monolog kısaltılmış olarak kullanılıyor ve “Kandırılmak istersiniz” kelimeleriyle bitiyor.)

İleri okuma için:
“Following / Takip” senaryo analizi
Rüyalar Gerçek Olsa

Benzer filmler:
“The Illusionist / Sihirbaz” (2006, Neil Burger)
“Death Defying Acts / Öldüren Cazibe” (2007, Gillian Armstrong)


The Prestige / Prestij
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Christopher Nolan, Jonathan Nolan (Christopher Priest’ın aynı adlı romanından)
Yapımcılar: Aaron Ryder, Emma Thomas, Christopher Nolan
Oyuncular: Hugh Jackman (Robert Angier), Christian Bale (Alfred Borden), Michael Caine (Cutter), Piper Perabo (Julia), David Bowie (Tesla), Andy Serkis (Alley)
2006 ABD, İngiltere ortak yapımı, 130 dakika
Gösterim Tarihi: 22 Aralık 2006
DVD firması: Tiglon / Warner Home Video

Tesla: Master of Lightning


IMDB: 8,5
Manalı Filmler: 8,0

“Yokluk içinde öldü ama aslında dünyada yaşamış en başarılı ve yararlı insanlardan biriydi. Bay Tesla’nın emeğinin ürünlerini endüstrimizden çıkarsak çarklar durur, elektrikli trenlerimiz ve arabalarımız ilerleyemezdi. Kasabalarımız karanlığa gömülür, değirmenlerimiz ve fabrikalarımız daha bu gece ölmüş olurdu”.

Vefatının ardından Tesla hakkında radyoda konuşan dönemin New York Belediye Başkanı Fiorello LaGuardia’nın bu cümleleri, ünlü bilim adamının uygarlığa katkılarını iyi özetliyor.

Nikola Tesla (1856-1943) şaşırtıcı bir zeka ve vizyona sahipmiş, özellikle elektrik alanında çağdaşı bilim adamlarından çok ilerdeymiş, çok sayıda buluş yapmış (Örneğin sadece radyo yayıncılığı sırasında patenti Tesla’ya ait 17 ayrı ürün kullanılıyor. Ayrıca mikrodalga fırından florasan lambaya kadar onlarca başka icadı var). Katkısı o kadar önemli ki, –bilim ve teknoloji alanında- 20. yüzyılla selefi arasındaki dev farkın onun sayesinde oluştuğu bile söylenebilir.

Bu katkıyı sağlayansa Tesla’nın hayal gücü, mesela alternatif akımla çalışan motoru icat etmesinden –bence- daha önemlisi, örneğin röntgeni yani insan bedeninin “içinin” görüntüsünün alınabileceğini düşünebiliyor olması. Ki düşlediklerinin büyük bölümünü gerçekleştirmiş.

Bu belgesel, Tesla’yı kapsamlı biçimde inceliyor, yalnızca olağanüstü zekasını ve buluşlarını değil, zaaflarını ve hatalarını da ele alıyor. Örneğin maddi mevzulardan hiç anlamadığı için bir türlü rahata kavuşamamış, onun icatlarıyla kim bilir kaç kişi milyarder olmuşken kendisi beş parasız ölmüş.

Filmde yeterince işlenmemiş ilginç bir başka konu ise Tesla ile (“Zeitgeist” belgesellerinde de adı geçen) zengin bankacı J. Pierpont Morgan arasındaki ilişki. İlk başlarda Tesla’ya yatırım yapan Morgan sonradan desteğini çekiyor, Marconi’ye ortak oluyor. Belgesel bu değişikliğin tamamen pratik nedenlerden kaynaklandığını, Morgan’ın, Marconi’ye para yatırmayı daha karlı bulduğunu söylüyor. Bence orada başka –ve karanlık- meseleler var. En azından rahatsız edici sorular: Nasıl oluyor da Nobel Akademisi radyo patentinin Tesla’ya ait olduğunu bildiği halde 1909’da Marconi’ye ödül veriyor? 1915’te İsveç Hükümeti o yıl fizik dalında Nobel’in Edison ve Tesla’ya verileceğini açıklamışken, sadece bir hafta sonra ödül neden başkasına veriliyor? (Bu değişikliğin sebebi asla açıklanmamış). Nasıl oluyor da Tesla, dönemin en ünlü bilim adamı iken sonradan neredeyse unutuluyor?

Bu son soru, herhalde şu konuyla ilgili: Tesla gençliğinde gelip yerleştiği ABD’deki siyasi sistemi anlayamamış, örneğin tüm savaşları sona erdirecek bir icadı ülkeyi yönetenlerin de isteyeceklerini, bunu gerçekleştirmesi için kendisini destekleyeceklerini sanmış. Oysa böyle bir şeyin mümkün olabileceğini politikacılara anlatabilmesi bile çok uzun sürmüş, sonunda başarıya ulaşmış ama Beyaz Saray’da yapılacak nihai karar toplantısına katılmaya da ömrü yetmemiş (Bahsi geçen “icat”, o zamanlar Ölüm Işını adıyla bilinirmiş, 80’lerde kamuoyuna “Yıldız Savaşları” adıyla tanıtıldı).

İleri okuma için:
Bu belgeselde (dolayısıyla) yazıda dile getirilmeyen diğer Tesla buluşlarını ve bazı komplo teorilerini de içeren, epeyce dış bağlantı veren bir makale
Keyifli bir yazı
Tesla'ya adanmış bir site

Tesla: Master of Lightning
Yönetmen: Robert Uth
Senaryo: Robert Uth, Phylis Geller
Yapımcılar: Phylis Geller, Simonida Uth, Zoran Amar
Seslendirenler: Elisabeth Noone (anlatıcı), Stacy Keach (Tesla).
2000 ABD yapımı, 90 dakika.