Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

18 Şubat 2014 Salı

Prometheus

Prometheus” teknik açıdan mükemmel, mana bakımındansa durumu vahim… Fakat bu senaristlerin veya Scott’ın kabahati değil, Batı uygarlığının şimdilik yapabileceğinin en iyisi bu. Bir başka deyişle, bir açmazdalar, düşünme biçimlerinden ancak böyle bir hilkat garibesi çıkıyor

IMDB: 7,1
Rotten Tomatoes: % 74
Manalı Filmler: 7,0

Her şey Joseph Campbell’la başladı: Dünyanın neredeyse tüm kadim mitlerini, efsanelerini inceledi, ortak özelliklerini “Kahramanın Yolculuğu” isimli kitabında anlattı.

Bu eserden, popüler filmler yapmak arzusu duyan bazı filmciler de yararlandı, örneğin George Lucas ünlü “Star Wars / Yıldız Savaşları” serisini tasarlarken belli temaları aynen uyarladı, mesela ana karakterinin babasını aramasını sağladı. Çünkü Campbell’ın belirlemelerine göre bu izlek çağlar boyunca insanları etkilemişti, yadsınamaz bir gücü vardı.

Psikologlara göre her insanın hayatında çok önemli iki değer var: Anne şefkati ve baba onayı… Dolayısıyla tüm o eski metinlerdeki babasını bulmaya çalışan, bu uğurda yıllarca yolculuk yapan, serüven yaşayan kahramanlar aslında onaylanmanın peşindeler.

Hıristiyan uygarlığı için “onaylanma ihtiyacı” biyolojik babayla sınırlı değil, daha önemlisi Tanrı’nın kişinin özelliklerini tanıyıp beğenmesi ve doğru biçimde yaşadığını tasdik etmesi… Onlara dinlerinden gelen bir bilgi daha var: Tanrı insanlıktan memnun değil, o nedenle kendi oğlunu dünyaya yolladı (ama insanlar onu çarmıha gerdi).

Bu bilgilere seyircinin bilinçaltına ilişkin birkaç veri daha eklemek lazım: Örneğin tüm –eski usul- serüven filmleri “insanın ruhsal yolculuğunu” simgeler, filmde aslında anlatılan insanoğlunun bu dünya üzerindeki serüvenidir. O tür filmlerdeki karakterlerle kolay özdeşleşiriz, onların durumu bilinçaltımızda “dünyada bulunuş amacımızın Tanrı’yı bulmak olduğu” bilgisiyle örtüşür, bu yüzden çok değerlidir.

Prometheus”u daha iyi anlayabilmek için birkaç küçük ek daha yapmamız lazım.

Ridley Scott’ın bilimkurgu klasiği “Alien / Yaratık” da temelde bir serüven filmidir, fakat uzayda seyahat eden kahramanlar baba-Tanrı yerine korkunç bir yaratıkla karşılaşırlar. Aralarından sadece biri (Ripley adında bir kadın) Yaratık’ı öldürüp sağ kalmayı başarır. Böylece “Yaratık” iki kulvarda manayı derinleştirir: Öncelikle bir tokattır; aya gitmeyi başaran kibirli insanoğluna “ya uzayda kabuslarında bile görmediğin kadar korkunç şeyler varsa?” sorusunu sorar, onu sarsar. Öte yandan, yine bilinçaltımızda, ama bu kez daha derinlerde bir başka karşılığı vardır, şöyle özetlenebilir: Tanrı’yı ararken önce kendi içindeki karanlık tarafla (Yaratık bunu simgeler) çarpışmayı göze almalısın ve bu savaşta içindeki feminen enerji tek gücün olacaktır…

Yaratık” hem aklımıza, hem bilinçaltımıza seslenen ve her iki alan için iki çok güçlü önermesi bulunan bir filmdi. Şahane yazılmış, çekilmiş ve oynanmıştır ama bir klasik olarak anılagelmesini asıl bu mana derinliğine borçludur.

30 küsur yıl önce “Yaratık”ı çeken bir yönetmenin hem sinemasal öğeler, hem de mana derinliğiyle çok daha ileri bir seviyeye çıkması beklenir. Scott’ın elinden geleni yaptığını söylemek mümkün. “Prometheus” teknik açıdan mükemmel, mana bakımındansa durumu vahim… Fakat bu senaristlerin veya Scott’ın kabahati değil, Batı uygarlığının şimdilik yapabileceğinin en iyisi bu. Bir başka deyişle, bir açmazdalar, düşünme biçimlerinden ancak böyle bir hilkat garibesi çıkıyor.

70’ler uzay çağı idi, “Yaratık” filmi bu alana ilişkin anlamlı bir uyarı yaptı. İçinde bulunduğumuz dönem ise ruhsal uyanış çağı; “Prometheus” bu alanı deşiyor ve önemli bir soru soruyor: “Ya Tanrı/Yaratıcı seni onaylamıyorsa, hatta insanlığı var ettiği için pişman olmuşsa ve hatta yok etme arzusu duyuyorsa?”…

Bu, bilimsel çalışmalarını evrenin nasıl var olduğuna yoğunlaştıran, bir başka deyişle gerçekten Yaratıcı’yı arayan Batı uygarlığının sorabileceği en anlamlı soru. Bize saçma gelmesi ise doğal çünkü İslam kültürüne göre Allah kişisel olarak herhangi birimizin babası değildir ve bireysel bir sınav söz konusudur. Yani Müslümanların doğal düşünme biçiminde Allah’ın toplam olarak insanlıktan memnun olup olmadığı sorunsalı yoktur, dolayısıyla bizim mantığımız işi Tanrı’nın insanlığı yok etmeye çalışması noktasına vardırmaz. Peygamberlerinin insanların günahı yüzünden kendini feda ettiğine inanan Batı mantığına göreyse böyle düşünmek doğaldır, akılcıdır, bu mantığın sonucu “insanlığı yok etmek amacıyla kimyasal silah falan kullanmak yerine, bir gezegen dolusu eciş bücüş yaratık yaratmak” gibi bir akıl dışılığa varsa bile… Böyle bir filmden beklenmeyecek derecede basit, adeta fıkra gibi bir mantık, ama hikayenin varabileceği başka durak yok. Çünkü bu filmde de içimizdeki dişi enerji ve karanlık tarafla ilgili bir önerme olması gerekiyor.

Tüm bunlardan sonra, filmin mana bakımından değerli tarafı ortaya çıkıyor: Bu kez Scott, insanlığa Tanrı’dan onay beklemekten vaz geçmesini öneriyor.

Evet, Prometyus…

Prometheus
Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: Jon Spaihts, Damon Lindelof
Yapımcılar: David Giler, Walter Hill, Ridley Scott, Tony Scott
Oyuncular: Noomi Rapace (Elizabeth), Michael Fassbender (David), Charlize Theron (Meredith), Idris Alba (Janek), Guy Pearce (Weyland), Logan Marshall-Green (Charlie), Sean Harris (Fifield)
2012 ABD yapımı, 124 dakika
Gösterim tarihi: 1 Haziran 2012