Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

29 Mayıs 2012 Salı

Picasso ile Yaşamak

Hayli renkli bir kişiliği derinlemesine inceleyebilmesiyle önem kazanan bir film… Son derece sıcak, Picasso’nunkine benzer bir karizmaya, adeta şeytan tüyüne sahip bir çalışma... Ivory son derece ilginç karakter ve ilişkileri perdeye aktarırken asıl desteği Joan Plowright, Peter Eyre gibi güçlü oyunculardan alıyor

IMDB: 6,2
Meta Critic: % 55
Manalı Filmler: 8,0

“Surviving Picasso” öncelikle adıyla coşku veren bir proje. Dilimize -biraz zorlarsak- “Picasso’dan arta kalmak” biçiminde çevirebileceğimiz isim, Picasso ile geçirilen bir dönemin ardından ayakta kalabilmenin zorluğuna işaret ediyor hınzırca. Çoğu büyük sanatçı gibi egosantrik bir kişilik olan Picasso kendi benliğine tutkun (“Kimse Picasso gibi bir erkeği terk edemez!”), güçlü karizması sayesinde insanları kolayca etkileyebilen, etrafını kendisini Picasso’ya adamış bir dizi insanla çevreleyebilen (“Sen bensiz bir hiçsin”), birlikte olduğu her kadını köleleştirip, kişilikleri nasıl olursa olsun kafasındaki uysal, anlayışlı, anaç eşe dönüştürmekte de fazla zorlanmayan biri, yalnızca resim ve heykelleriyle değil, insanlarla ilişkisinde de adeta bir büyücü.

35 yıllık verimli ortaklıklarında Hint ve İngiliz kültürüne eğilen saygın edebiyat uyarlamalarıyla tanınan James Ivory-Ismail Merchant ikilisi, yeni filmlerinde bu egosantrik kişiliğin iyi resmedilmiş bir portresini çiziyorlar. “Camille Claudel”, “Immortel Beloved / Ölümsüz Sevgi” gibi, yine büyük sanatçıların yaşamlarını aşkı eksen alarak perdeye aktaran yapıtların izinden giden “Surviving Picasso” hayli renkli bir kişiliği derinlemesine inceleyebilmesiyle önem kazanan bir film. Picasso’nun -kendi deyimiyle- “kadınlarından biri" olan Françoise Gilot’nun birinci elden tanıklığından yararlanan senaryo, efendi-köle ilişkisinin hemen tüm yönlerini işlerken, Françoise’ın babası gibi zorunlu duraklardan da geçiyor. Yardımcısı Sabartes’e, Picasso’ya neden bu kadar bağlı olduğunun açıklatılması bu tür ilişkilerin kurulabilmesinde, insanlara üç kuruşluk değer vermeyen “efendi” kadar, ona adeta tapan “köle”lerin de payı bulunduğunu gösteriyor.

Ve bu arada sinemanın gerçekle ilişkisine dair yeni cümleler de kurulmuş oluyor. Picasso’nun Françoise’a kumsalda şemsiye taşıdığı ya da birlikte cam üstüne resim yaptıkları anların, sinemanın gücü sayesinde asıllarına çok benzer bir biçimde resmedilebilmesi heyecan verici.

Ivory son derece ilginç karakter ve ilişkileri perdeye aktarırken asıl desteği Joan Plowright, Peter Eyre gibi güçlü oyunculardan alıyor. Julianne Moore ve Bob Peck öne çikarlarken, yıllardır iyi oyuncu olarak tanınan ama artık adı sinema tarihinde özel bir yeri olan büyük oyuncularla birlikte anılacağa benzeyen Anthony Hopkins, “Welcome to Welville / Welville’e Hoşgeldiniz” ve “Nixon”dan sonra bir kez daha devleşiyor. Üstelik çok kontrollü oyunculuğunu yırtmaya, daha özgür bir tarz tutturmaya iyice yaklaşarak. Françoise ile Marie Therese’in kadınca sohbetlerini taşladığı sahnedeki oyunculuğu düşünülürse Hopkins’in yaratıcılığı ve üstün oyunculuk düzeyiyle hepimizi şaşırtmayı sürdüreceği belli.

Ivory’nin birlikte çalıştığı yapım, senaryo, görüntü ve sanat yönetimi ekibi, bir kez daha eli yüzü düzgün, hedefine ulaşan bir filmin ortaya çıkmasını sağlamış. Ancak bu kez senaryoya temel oluşturan malzemenin çeşitliliği Jhabvala’nın işini güçleştirmiş, mümkün olduğunca fazla olay gösterilmeye çalışılınca senaryonun denetimi elden kaçmış. Filmde tipik Ivory eserlerine kıyasla daha fazla sahne bulunması yönetmenin sahneleme ve kurgu üslubunun bir miktar değişmesine, ortaya daha tempolu, daha akıcı bir filmin çıkmasına yol açmış. Bu üsluba yeterince hakim olunmamasından kaynaklansa gerek, montajda, özellikle sahne bitimlerinde küçük aksamalar gözleniyor, örneğin küçük esler vermesi gereken noktalar hızla geçiyor, izlerken daha düşük tempolu Avrupa filmlerini, baykuşun kediyi kapması gibi üst düzey teknik beceri gerektiren bölümlerinde ise yüksek bütçeli Holivud filmlerini özlediğiniz bir çalışma oluyor “Surviving Picasso”.

Keza geriye dönüş sahneleri de çok yapay duruyor.

Tüm aksamalarına karşın film son derece sıcak, Picasso’nunkine benzer bir karizmaya, adeta şeytan tüyüne sahip bir çalışma. Hele kimi bölümlerinde özellikle dikkat çekiyor. Bana en ilginç gelen Matisse’i ziyarete gittikleri bölüm oldu. Bir gün birileri çıkıp Françoise’ın deyimiyle Picasso’ya “onaylamadığı oğlu” gibi davranan ve yüzüne karşı “kadınlardan nefret etmeyi sana bırakıyorum” diyen Matisse’in yaşamını perdeye aktarır mı acaba?..

Sinema, Sayı. 28, Mart 1997

Surviving Picasso / Picasso ile Yaşamak
Yönetmen: James Ivory
Senaryo: Ruth Prawer Jhabvala (Arianna Stassinopoulos Huffington’un “Picasso: Creator and Destroyer” adlı kitabından)
Yapımcılar: Ismail Merchant, David L. Wolper
Oyuncular: Anthony Hopkins (Picasso), Natasha McElhone (Françoise), Julianne Moore (Dora), Allegra Di Carpegra (Genevieve), Joss Ackland (Matisse), Peter Eyre (Sabartes), Joan Plowright (Françoise'nın büyükannesi), Laura Aikman (Maya), Diane Venora (Jacqueline), Peter Eyre (Sabartes), Bob Peck (Gilot)
1996 ABD, İngiltere ortak yapımı, 125 dakika
Dağıtımcı firma: WB.
Gösterim tarihi: 7 Şubat 1997
DVD firması: Tiglon / Warner Home Video

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder