Sinemamız
da ülkemiz gibi maalesef fazla ataerkil. Bunun doğal bir sonucu
olarak kadın yönetmenler, özellikle de Yeşilçam'ın altın
çağında kamera arkasına geçenler, örneğin aynı zamanda ilk
kadın yapımcı olan Cahide Sonku, bu yönüyle nadiren anılır.
Daha
da tuhafı, çoğunun senaryosunu da kendisinin yazdığı 40'a yakın
film yöneten Bilge Olgaç bile “en iyi yönetmenler” listesinin
dışında bırakılır. Üstelik “Linç”, “Kaşık Düşmanı”,
“Açlık” gibi bazı filmleri başyapıt olarak kabul görmesine rağmen...
Aynı
biçimde, sinemamızın en önemli starlarından biri iken, henüz 28
yaşında yönetmen koltuğuna oturan, üstelik başrolünü de
üstlendiği "Dönüş"le büyük başarı kazanan Türkan Şoray'ın da
star ve oyuncu kimliğine neredeyse tapılır, ama yönetmen olarak
adı adeta anılmaz... Hem de yönettiği üç film daha olmasına,
örneğin “Yılanı Öldürseler”i çekmesine rağmen...
Madem
ki sinemamız 100. yaşında, Manalı Filmler, kadın
sinemacılarımızın daha fazla tanınması amacıyla bir çalışma
başlatıyor. Bilge Olgaç'ın ölümünün 20. yılı olduğu ve
Filmmor üç filmini gösterdiği için öncelik onun filmlerinde, ardından Türkan Şoray'ın yönettikleri gelecek...
Tamer Baran
Filmin henüz
başında dramatik çatışma ustaca kuruluyor: Bir arkadaşıyla
birlikte kasabadaki “yosmanın” (Muhterem Nur) evine giden Ali
(Kadir İnanır), kadının gencecik kızı Ayşe'ye (o dönem 17
yaşında olan Arzu Okay) aşık olur, bir süre sonra evlenirler.
“Artık bana yakışmaz” düşüncesiyle kendini emekli eden
kadının müşterileri ve “belalısı” alışageldikleri düzeni
bozan Ali'ye diş bilemeye başlarlar. Gerilim giderek tırmanır...
Tamer Baran
Kara Gün

Tarık
Dursun K.'nın bir
öyküsünden uyarlanan film iki perdelik bir yapıda: Filmin ilk
yarısı kısa özette anlattığım gelişmeleri içeriyor, ikinci
yarı ise çeşitli trajik olayların ardından kasabadan kaçmak
zorunda kalan yeni evli çiftin yolculuğu, özellikle eşkıya Davut
Ağa (Ahmet Mekin) ile yoldaşlık etmeleri üzerine kurulu.
Tahmin
edilebileceği gibi Ali ile Ayşe'nin hikayesi kötü sonuçlanıyor,
erkek egemen düzeni bozanlar ağır bedel ödüyorlar.
Hep
bildiğimiz olgun, sakin anlatımıyla hikayesini seyircinin yüreğine
yerleştirmeyi başaran Bilge
Olgaç'ın,
dört başrol oyuncusundan aldığı
performanslar ve etkili karakter çalışmaları da ayrıca dikkat çekiyor.
Meraklısına:
Özellikle 1990'lı yıllarda yönettiği filmlerle önemli ödüller
kazanan yönetmen Yavuz Özkan da küçük bir rolde.
Tam
10 yıl sonra -hikaye ve senaryo biraz değiştirilerek- “YaşamakBu Değil” adıyla yeni bir versiyonu yapılmıştı.
....................................................................................................................Linç
Bilge Olgaç'ın
izlemek gereken çok filmi var, ama ikisinin yeri çok ayrı: “Açlık”
ve “Linç” birer başyapıt... Öyle ki, mesela “Linç”
onarılsa, bugün bile çeşitli dünya festivallerinde beğeniyle
izlenir. Hele bu “erkek filmini” bir kadın yönetmenin çektiği
bilinirse ortalamanın çok üzerinde ilgi görecektir.
Seyirciyi
mahkumların zor koşullarda yaşadığı bir hapishaneye götüren
“Linç”, güçsüzleri, sıkıntıda olanları zalimlere karşı
savunduğu ve idareye boyun eğmediği için o kapalı toplumun güç
dengesini bozan Arap Kadir'in trajik hikayesine, yani
“cezalandırılmasına” odaklanıyor. Kerim Korcan'ın romanından
uyarlanan film, oyuncularının ve siyah-beyaz görüntülerinin
başarısıyla dikkat çekiyor. Hele de 1970 yılının Yeşilçam'ı
düşünüldüğünde Olgaç'ın sinema dilini kullanmaktaki mahareti
insanı gerçekten şaşırtıyor. Örneğin Kadir'in hücrede
kaldığı sahneler, özellikle de kaçtığı bölüm belleğinize
kazınacak. Avludaki üçlü bıçak kavgası da öyle.
Adana
Film Festivali'nde “Umut”a karşı yarışan film, birinci
olamamış ama Olgaç'a En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmıştı.
....................................................................................................................Kameranın Ardındaki Kadın: Bilge Olgaç
“Ondan
sadece sinemayı öğrenmedik; ondan insan olmanın erdemlerini,
derinliğini, paylaşımı, dayanışmayı, sevdaları da öğrendik.”
Bu
sözler Olgaç'ın üç filminde başrol oynayan Berhan Şimşek'e
ait. Feza Sınar'ın yazıp yönettiği belgeselde sinemamızın
değerli sanatçılarının (Halil Ergün, Perihan Savaş, Füsun
Demirel, yazar-senarist Osman Şahin ve görüntü yönetmeni Hüseyin
Özşahin) yanı sıra Olgaç'ın ablası ve yeğeni de onunla ilgili
görüşlerini, anılarını paylaşıyor.
Cenazesinden kısa
röportajlar bölümünde ise asistanlığını yaparak sinemaya
başladığı usta yönetmen Memduh Ün'den Türkan Şoray'a, Kadir
İnanır'dan Tarık Akan'a kadar pekçok sinemacı bu erken kayıptan
doğan üzüntülerini dile getiriyor. Olgaç'ın kendisinin de
söyleşi görüntülerine ve fotoğraflarına yer veren film, bu
önemli yönetmenimizin belli başlı filmlerinden söz ederek
hayatını öğrenme, inceleme fırsatı veriyor bizlere.
Feza
Sınar önemli bir çalışmaya imza atmış, ama filmi doğal olarak
yeterli değil. Umarım Bilge Olgaç'la ilgili daha uzun ve ayrıntılı
belgeseller de yapılır; ülkemizin de, sinemamızın da buna çok
ihtiyacı var.
Yazıyı
sanatçıya “küçük ana” diye hitap ettiğini anlatan Şimşek'in
cümleleriyle bitirelim: “Bu erkek egemen ülkede ve sinemamızda
tek başına bayrak olmuş bir sinema sevdalısı, sinema aşığı
bir insandı”.
Meraklısına:
Olgaç'la
ilgili ilginç bilgiler aktaran bir yazıyı bu adresten okuyabilirsiniz.
....................................................................................................................
....................................................................................................................
Gülüşan
Olgaç'ın duyarlılığını, işlediği temalara hakimiyetini, insancılığını sergileyen en başarılı, en etkileyici filmlerinden biri...
Olgaç
senaryolarının seviyesi Yeşilçam ortalamasının çok üzerindedir
genelde; bu filmde de öyle. Üçü kadın dört kişilik bir dünyayı
kuran ve sunan film, karakterlerinin inandırıcılığı ve ana meselesini
ustaca işlemesiyle dikkat çekiyor. Sanatçı dört parçalı bir
yapboz kuruyor özenle, dengenin bozulacağını hissettiriyor,
gerilimi azaltmadan, herhangi bir öğe veya duyguyu abartmadan
trajik sona doğru ilerliyor.
Beklenebileceği
gibi gerek kaleminde, gerekse rejisinde bazı aksaklıklar var, ama
bunlar Olgaç'ın kusuru değil, Yeşilçam'ın yapısal
sorunlarından (örneğin hızlı çekim yapma gerekliliğinden)
kaynaklanıyor. O şartlarda bu performansı gösteren Olgaç da,
dört ana karakteri canlandıran oyuncuları da (Halil
Ergün,
Yaprak Özdemiroğlu, Meral Orhonsay, Güler Ökten) bol
bol alkışı hak ediyorlar; ellerine, yüreklerine sağlık.
Meraklısına:
Filmi sevenlerin en önemli şikayetlerinden biri TV'de finali yok
edilerek gösterilmesi.. Fakat hangi akla hizmetse son yazısı
ekranda belirdiği için neredeyse 5 dakika eksik olan bu “sakat”
versiyonu filmin orijinal hali sanan ve bu yüzden eleştirenler çıkıyor. Oysa orijinal versiyon son derece güçlü
ve etkili bir finalin ardından kısa bir arka jenerikle son buluyor.
....................................................................................................................
....................................................................................................................
Kaşık Düşmanı
Sinema
dergisinin Ekim ve Kasım 2008 sayılarında yayımlanan “Ateş,şofben ve sinemamız…“ ve “Hikaye cenneti ve sektör refleksi”
başlıklı yazılarda, filmcilik ile güncellik arasındaki
ilişkinin önemine dikkat çekmiş, şu cümlelere yer vermiştim:
“Son yıllarda yapılan filmlerimizin hayal kırıklığı
yaratmasının nedenlerinden biri de sinema sektörümüzün
reflekslerinin çok zayıf olması…”
Yeşilçam'ın
refleksleri son 20 yılın aktif filmcilerininkine kıyasla çok daha
sağlamdı. Sinemaya 60'larda başlayan Bilge Olgaç'ın filmlerinde
de aynı duruma rastlanır. Eserlerinin çoğu gibi “Kaşık
Düşmanı” da sanatçının içinde yaşadığı toplumu ve her an
değişen yaşamı yakından izlemesi sayesinde hayata geçebilmiştir.
Senaryosu
da Olgaç'a ait olan film gerçek bir olaya dayanır: 1980 yılındayaşanan bir felaket, aynı köyden -çoğu kadın ve genç kız- 97
kişinin ölümüne neden olur, 402 nüfuslu köy “kadınsız”
kalır... Sağlam filmci refleksleri sayesinde Olgaç, bu gerçek
olaya nereden yaklaşması gerektiğini de kolayca belirler: kadınsız
kalmanın erkekleri nasıl perişan ettiğini irdeler (Filmde
erkekler kirli çamaşırlarından şikayet ediyor, acilen “avrat”
bulmaya çalışıyor ve bozulan denge sinirleri de yıprattığı
için habire kavga ediyorlar. En güzel sahnelerden biri ise kahvede
topluca giysilerini yamamaları, yırtıkları dikmeleri).
Bu
bakış açısının nedeni kendisinin kadın olması değildir
sadece; filmi 1984'te, feminist akımların toplumumuzda ağırlık
kazanmaya başladığı, Duygu Asena gibi yazarların popüler olduğu
bir dönemde çekmiş, yani “gündemi” o açıdan da izlemiştir.
Sözün
kısası: 7. Créteil Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde
birincilik ödülüne değer görülen “Kaşık Düşmanı”, her
sinemaseverin mutlaka izlemesi gereken, toplumcu anlayışla
kotarılmış bir komedi-dram filmi.
Meraklısına:
Filmde Alman yönetmen rolünü üstlenen Şahin Kaygun, önemli bir
fotoğrafçı idi. 1992'de yitirdiğimiz değerli sanatçımız
“Afife Jale” ve “Dolunay” filmlerini yönetmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder