Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

Bilge Olgaç



Sinemamız da ülkemiz gibi maalesef fazla ataerkil. Bunun doğal bir sonucu olarak kadın yönetmenler, özellikle de Yeşilçam'ın altın çağında kamera arkasına geçenler, örneğin aynı zamanda ilk kadın yapımcı olan Cahide Sonku, bu yönüyle nadiren anılır.
Daha da tuhafı, çoğunun senaryosunu da kendisinin yazdığı 40'a yakın film yöneten Bilge Olgaç bile “en iyi yönetmenler” listesinin dışında bırakılır. Üstelik “Linç”, “Kaşık Düşmanı”, “Açlık” gibi bazı filmleri başyapıt olarak kabul görmesine rağmen...
Aynı biçimde, sinemamızın en önemli starlarından biri iken, henüz 28 yaşında yönetmen koltuğuna oturan, üstelik başrolünü de üstlendiği "Dönüş"le büyük başarı kazanan Türkan Şoray'ın da star ve oyuncu kimliğine neredeyse tapılır, ama yönetmen olarak adı adeta anılmaz... Hem de yönettiği üç film daha olmasına, örneğin “Yılanı Öldürseler”i çekmesine rağmen...
Madem ki sinemamız 100. yaşında, Manalı Filmler, kadın sinemacılarımızın daha fazla tanınması amacıyla bir çalışma başlatıyor. Bilge Olgaç'ın ölümünün 20. yılı olduğu ve Filmmor üç filmini gösterdiği için öncelik onun filmlerinde, ardından Türkan Şoray'ın yönettikleri gelecek...
Tamer Baran 

 

Kara Gün


Filmin henüz başında dramatik çatışma ustaca kuruluyor: Bir arkadaşıyla birlikte kasabadaki “yosmanın” (Muhterem Nur) evine giden Ali (Kadir İnanır), kadının gencecik kızı Ayşe'ye (o dönem 17 yaşında olan Arzu Okay) aşık olur, bir süre sonra evlenirler. “Artık bana yakışmaz” düşüncesiyle kendini emekli eden kadının müşterileri ve “belalısı” alışageldikleri düzeni bozan Ali'ye diş bilemeye başlarlar. Gerilim giderek tırmanır...

Tarık Dursun K.'nın bir öyküsünden uyarlanan film iki perdelik bir yapıda: Filmin ilk yarısı kısa özette anlattığım gelişmeleri içeriyor, ikinci yarı ise çeşitli trajik olayların ardından kasabadan kaçmak zorunda kalan yeni evli çiftin yolculuğu, özellikle eşkıya Davut Ağa (Ahmet Mekin) ile yoldaşlık etmeleri üzerine kurulu.

Tahmin edilebileceği gibi Ali ile Ayşe'nin hikayesi kötü sonuçlanıyor, erkek egemen düzeni bozanlar ağır bedel ödüyorlar.

Hep bildiğimiz olgun, sakin anlatımıyla hikayesini seyircinin yüreğine yerleştirmeyi başaran Bilge Olgaç'ın, dört başrol oyuncusundan aldığı performanslar ve etkili karakter çalışmaları da ayrıca dikkat çekiyor.

Meraklısına: Özellikle 1990'lı yıllarda yönettiği filmlerle önemli ödüller kazanan yönetmen Yavuz Özkan da küçük bir rolde.

Tam 10 yıl sonra -hikaye ve senaryo biraz değiştirilerek- “YaşamakBu Değil” adıyla yeni bir versiyonu yapılmıştı.
....................................................................................................................

Linç

Bilge Olgaç'ın izlemek gereken çok filmi var, ama ikisinin yeri çok ayrı: “Açlık” ve “Linç” birer başyapıt... Öyle ki, mesela “Linç” onarılsa, bugün bile çeşitli dünya festivallerinde beğeniyle izlenir. Hele bu “erkek filmini” bir kadın yönetmenin çektiği bilinirse ortalamanın çok üzerinde ilgi görecektir.
Seyirciyi mahkumların zor koşullarda yaşadığı bir hapishaneye götüren “Linç”, güçsüzleri, sıkıntıda olanları zalimlere karşı savunduğu ve idareye boyun eğmediği için o kapalı toplumun güç dengesini bozan Arap Kadir'in trajik hikayesine, yani “cezalandırılmasına” odaklanıyor. Kerim Korcan'ın romanından uyarlanan film, oyuncularının ve siyah-beyaz görüntülerinin başarısıyla dikkat çekiyor. Hele de 1970 yılının Yeşilçam'ı düşünüldüğünde Olgaç'ın sinema dilini kullanmaktaki mahareti insanı gerçekten şaşırtıyor. Örneğin Kadir'in hücrede kaldığı sahneler, özellikle de kaçtığı bölüm belleğinize kazınacak. Avludaki üçlü bıçak kavgası da öyle.
Adana Film Festivali'nde “Umut”a karşı yarışan film, birinci olamamış ama Olgaç'a En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmıştı.
....................................................................................................................


Kameranın Ardındaki Kadın: Bilge Olgaç

Ondan sadece sinemayı öğrenmedik; ondan insan olmanın erdemlerini, derinliğini, paylaşımı, dayanışmayı, sevdaları da öğrendik.” 
Bu sözler Olgaç'ın üç filminde başrol oynayan Berhan Şimşek'e ait. Feza Sınar'ın yazıp yönettiği belgeselde sinemamızın değerli sanatçılarının (Halil Ergün, Perihan Savaş, Füsun Demirel, yazar-senarist Osman Şahin ve görüntü yönetmeni Hüseyin Özşahin) yanı sıra Olgaç'ın ablası ve yeğeni de onunla ilgili görüşlerini, anılarını paylaşıyor. 
Cenazesinden kısa röportajlar bölümünde ise asistanlığını yaparak sinemaya başladığı usta yönetmen Memduh Ün'den Türkan Şoray'a, Kadir İnanır'dan Tarık Akan'a kadar pekçok sinemacı bu erken kayıptan doğan üzüntülerini dile getiriyor. Olgaç'ın kendisinin de söyleşi görüntülerine ve fotoğraflarına yer veren film, bu önemli yönetmenimizin belli başlı filmlerinden söz ederek hayatını öğrenme, inceleme fırsatı veriyor bizlere.    
Feza Sınar önemli bir çalışmaya imza atmış, ama filmi doğal olarak yeterli değil. Umarım Bilge Olgaç'la ilgili daha uzun ve ayrıntılı belgeseller de yapılır; ülkemizin de, sinemamızın da buna çok ihtiyacı var.   
Yazıyı sanatçıya “küçük ana” diye hitap ettiğini anlatan Şimşek'in cümleleriyle bitirelim: “Bu erkek egemen ülkede ve sinemamızda tek başına bayrak olmuş bir sinema sevdalısı, sinema aşığı bir insandı”.

Meraklısına: Olgaç'la ilgili ilginç bilgiler aktaran bir yazıyı bu adresten okuyabilirsiniz.
....................................................................................................................

Gülüşan

Olgaç'ın duyarlılığını, işlediği temalara hakimiyetini, insancılığını sergileyen en başarılı, en etkileyici filmlerinden biri...
Olgaç senaryolarının seviyesi Yeşilçam ortalamasının çok üzerindedir genelde; bu filmde de öyle. Üçü kadın dört kişilik bir dünyayı kuran ve sunan film, karakterlerinin inandırıcılığı ve ana meselesini ustaca işlemesiyle dikkat çekiyor. Sanatçı dört parçalı bir yapboz kuruyor özenle, dengenin bozulacağını hissettiriyor, gerilimi azaltmadan, herhangi bir öğe veya duyguyu abartmadan trajik sona doğru ilerliyor.

Beklenebileceği gibi gerek kaleminde, gerekse rejisinde bazı aksaklıklar var, ama bunlar Olgaç'ın kusuru değil, Yeşilçam'ın yapısal sorunlarından (örneğin hızlı çekim yapma gerekliliğinden) kaynaklanıyor. O şartlarda bu performansı gösteren Olgaç da, dört ana karakteri canlandıran oyuncuları da (Halil Ergün, Yaprak Özdemiroğlu, Meral Orhonsay, Güler Ökten) bol bol alkışı hak ediyorlar; ellerine, yüreklerine sağlık.


Meraklısına: Filmi sevenlerin en önemli şikayetlerinden biri TV'de finali yok edilerek gösterilmesi.. Fakat hangi akla hizmetse son yazısı ekranda belirdiği için neredeyse 5 dakika eksik olan bu “sakat” versiyonu filmin orijinal hali sanan ve bu yüzden eleştirenler çıkıyor. Oysa orijinal versiyon son derece güçlü ve etkili bir finalin ardından kısa bir arka jenerikle son buluyor.
....................................................................................................................

Kaşık Düşmanı

Sinema dergisinin Ekim ve Kasım 2008 sayılarında yayımlanan “Ateş,şofben ve sinemamız…“ ve “Hikaye cenneti ve sektör refleksi” başlıklı yazılarda, filmcilik ile güncellik arasındaki ilişkinin önemine dikkat çekmiş, şu cümlelere yer vermiştim: “Son yıllarda yapılan filmlerimizin hayal kırıklığı yaratmasının nedenlerinden biri de sinema sektörümüzün reflekslerinin çok zayıf olması…”

Yeşilçam'ın refleksleri son 20 yılın aktif filmcilerininkine kıyasla çok daha sağlamdı. Sinemaya 60'larda başlayan Bilge Olgaç'ın filmlerinde de aynı duruma rastlanır. Eserlerinin çoğu gibi “Kaşık Düşmanı” da sanatçının içinde yaşadığı toplumu ve her an değişen yaşamı yakından izlemesi sayesinde hayata geçebilmiştir.

Senaryosu da Olgaç'a ait olan film gerçek bir olaya dayanır: 1980 yılındayaşanan bir felaket, aynı köyden -çoğu kadın ve genç kız- 97 kişinin ölümüne neden olur, 402 nüfuslu köy “kadınsız” kalır... Sağlam filmci refleksleri sayesinde Olgaç, bu gerçek olaya nereden yaklaşması gerektiğini de kolayca belirler: kadınsız kalmanın erkekleri nasıl perişan ettiğini irdeler (Filmde erkekler kirli çamaşırlarından şikayet ediyor, acilen “avrat” bulmaya çalışıyor ve bozulan denge sinirleri de yıprattığı için habire kavga ediyorlar. En güzel sahnelerden biri ise kahvede topluca giysilerini yamamaları, yırtıkları dikmeleri).

Bu bakış açısının nedeni kendisinin kadın olması değildir sadece; filmi 1984'te, feminist akımların toplumumuzda ağırlık kazanmaya başladığı, Duygu Asena gibi yazarların popüler olduğu bir dönemde çekmiş, yani “gündemi” o açıdan da izlemiştir.

Sözün kısası: 7. Créteil Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde birincilik ödülüne değer görülen “Kaşık Düşmanı”, her sinemaseverin mutlaka izlemesi gereken, toplumcu anlayışla kotarılmış bir komedi-dram filmi.

Meraklısına: Filmde Alman yönetmen rolünü üstlenen Şahin Kaygun, önemli bir fotoğrafçı idi. 1992'de yitirdiğimiz değerli sanatçımız “Afife Jale” ve “Dolunay” filmlerini yönetmişti.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder