Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

25 Aralık 2012 Salı

Cennetin Krallığı

Kudüs kuşatması sırasında kalenin zayıf noktası olan kapı parçalanıp iki ordu karşı karşıya kaldığı an çarpışmalarla ilgilenmek yerine gökyüzüne çekiyor kamerayı, hem savaşın o an kilitlendiğini, Balian'ın zekasını kullanarak yetersiz askeri gücünü kendisinden çok üstün Eyyubi ordusuyla eşitlemeyi başardığını gösteriyor, hem de Tanrısal bakış açısının avantajından yararlanarak orada o an olup bitmekte olan her şeyin aslında tarihte bir an ve evrende küçücük bir nokta olduğunu seyirciye anımsatıyor. O an mutlaka geçecek, o nokta el değiştirecektir, önemli olan geriye kalandır, yani içinde bulundukları zor koşullarda insanların nasıl davrandıkları

IMDB: 7,1
Metacritic: % 63
Manalı Filmler: 9,5

Ele aldığı temalar ve onları işleyişi bakımından büyük öneme sahip bir film var karşımızda. Batı'nın empoze ettiği resmi tarihi alt üst ettiği için değil sadece, yaşamın akacağı yönü insanların -ve dönemin- bilinç seviyesinin belirlediğini gösterdiği için. Filmin ana teması şövalyelik ruhu; değer verilen erdemlerin değişik durumlarda nasıl uygulanabileceğini, onlardan ödün verilip verilemeyeceğini tartışıyor, hemen tüm toplumların kültüründe bulunan mistik ahlak anlayışını uygulamaya çalışan karakterleri ve karşıtlarını inceliyor. Daha doğrusu, onlar arasındaki ilişki ve çatışmanın tarihe nasıl yön verdiğini... Bu çok önemli bir tavır, çünkü tarihsel öneme sahip olayları bu iki grup arasındaki çatışma belirliyor, dün olduğu gibi, bugün de...

Senarist Monahan tüm karakterlerini bütünsel gerçeklikleri içinde ele almaya çalışıyor, herkesin elinden gelenin en iyisini yaptığını vurguluyor. Reyland'a "Ben neysem oyum" dedirtiyor, hatta filmin "jöndamı" olan Kraliçe'nin de erdemli davranmayı sonradan öğrendiğini göstermekten kaçınmıyor. Bu arada seçimlerin önemine de dikkat çekiyor: Selahaddin Eyyubi durup dururken savaş başlatmakla kalmayıp aptalca bir hamleyle ordusunun yok olmasına da neden olan Guy de Lusignan'a, Kral IV. Baldwin'e çok yakın olduğu halde onu örnek alamadığını belirtiyor. Kraliçe'ye Balian'ın önerisi ise tüm dinlerdeki mistiklerin -eski- arınma (ve mutluluk) yolu: İktidarı terk etmek, sade bir hayatı seçmek; sahip olunan nesneler ve konumun değil, içsel yolculuğun daha önemli olduğunun bilinciyle...

Vicdan krallığı
Senaryo Hıristiyanlara da, Müslümanlara da aynı mesafede duruyor, yaptığı ayrım dinle değil, ahlakla ilgili: Şövalye yemininin dört cümlesiyle ifade edilen yaşam anlayışını uygulayanları olumluyor, diğerlerinin kendilerine ve başkalarına zarar verdiklerini gösteriyor. Selahaddin Eyyubi, cüzzamlı kral ve Balian bir tarafta, Guy, Reyland ve fanatik Müslüman Mullah karşıda. Bulundukları konumu, mensubu oldukları din değil, ahlak anlayışları, şefkat, onur, dürüstlük gibi erdemlere sahip olup olmadıkları belirliyor, yani aslında yaşama ilişkin bilinç seviyeleri...

Kudüs piskoposu ile Hospitaler Şövalyesi arasındaki belirgin fark, filmin bu tavrını net olarak ortaya koyuyor. Şövalye, tarikatına bağlılığı uğruna öleceğini bile bile yanlış bulduğu bir savaşa katılırken yaşamsal tehlikeyi gören piskopos din değiştirmeyi kabul etmelerini öneriyor, "Sonra tövbe ederiz" diyerek. Filmin anahtar diyaloglarından biri o, bu cümleyi duyan Balian şaşırıyor, "Sayenizde din hakkında çok şey öğrendim ekselans" diyor.

Bu film, ana karakterinin hayatı öğrenme sürecinin hikayesi olarak da okunabilir. Haçlı Seferleri'ne katıldığı için Kudüs'te bulunan Hıristiyan Balian, tüm dini öğeleri ve mabetleri aynı değerde görmeyi öğreniyor. Düşük bilinç seviyesinde olanlara küfür gibi gelen fikirler ediniyor. Kuşatma sırasında ölenlerin cesetlerini yakmak gerektiğini savunurken "Bunu Tanrı anlayacaktır. Eğer anlamazsa Tanrı değildir zaten, o zaman da sorun yok" diyor. Balian için sorumluluğu altındaki insanları ölümden korumak neyin günah olduğundan daha önemli. Yani Hz. İsa'nın öğretisine inanıyor, insanın ve hayatın kutsallığına...

Filmin her karesine sinen bu yaklaşım, çoğu kişiye fazla sert geliyor, çünkü perdede gördükleri, Hıristiyanlık hakkında bildiklerinden çok farklı. Fakat zaten sorun dinlerin kökenlerinde değil, sonradan dönüştükleri biçimde. Monahan ve Scott, Hz. İsa'nın fikirlerini temel alıyor, vicdan kavramını anımsatıyor, dinin hakimiyetinde geçen Ortaçağ'ın aslında Hz. İsa'nın fikirlerine uzak olanlar yüzünden yaratıldığını gösteriyorlar, her fırsatta "Bunu (savaşı) Tanrı istiyor" diye avaz avaz bağırsalar da...

Bu temaları, bu kadar bilinçli bir yaklaşımla ele alan kaç film var?

Anlamı derinleştirmek
Bu yaklaşımla yazılmış bir epik Ridley Scott'a "Gladyatör"de kaldığı noktadan ileriye gitme imkanını veriyor, felsefi açıdan ve yönetmenlik sanatı bakımından.

Görsel açıdan çok önemli bir farklılık başrol oyuncusunda. Orlando Bloom'un -çok eleştirilen- oyunculuğunda bir sorun yok, "Gladyatör"deki Russell Crowe'la, "Braveheart / Cesur Yürek"teki Mel Gibson'la kıyaslayınca daha zayıf duruyor, karakteri taşıyamıyormuş gibi. Oysa karakter farklı; daha mülayim, alçakgönüllü, öfkesi, nefreti, intikam duygusu yok, merhameti bol. Filmde onun kimliğinde yansıtılan bilinç seviyesinin Batı'da en yaygın bilinen simgesine çok benziyor, yani Hz. İsa'ya...

Çünkü Ridley Scott, -her büyük usta gibi- senaryodaki anlamı derinleştirmek ve artırmak için elindeki tüm gereçleri mükemmel biçimde kullanıyor ve artık çok da cesur davranıyor. Fiziksel gücü düşürerek içsel gücün vurgulanmasının etkisinin olağanüstü olacağını biliyor, olumlu anlamda da, çoğu seyirci için olumsuz anlamda da...

Bir başka örnek: Kudüs kuşatması sırasında kalenin zayıf noktası olan kapı parçalanıp iki ordu karşı karşıya kaldığı an çarpışmalarla ilgilenmek yerine gökyüzüne çekiyor kamerayı, hem savaşın o an kilitlendiğini, Balian'ın zekasını kullanarak yetersiz askeri gücünü kendisinden çok üstün Eyyubi ordusuyla eşitlemeyi başardığını gösteriyor, hem de Tanrısal bakış açısının avantajından yararlanarak orada o an olup bitmekte olan her şeyin aslında tarihte bir an ve evrende küçücük bir nokta olduğunu seyirciye anımsatıyor. O an mutlaka geçecek, o nokta el değiştirecektir, önemli olan geriye kalandır, yani içinde bulundukları zor koşullarda insanların nasıl davrandıkları, yani şövalye ruhu.

Filmde anlatılan temaların ne kadar bilinçli seçildiği, savaş sahnelerinin azlığından ve Aslan Yürekli Rişar'ın Kudüs'ü almaya çalıştığı dönemi anlatmamayı tercih etmelerinden de belli zaten, bunun da imkan dahilinde olduğu finalde anımsatılıyor.

Scott bu temaları ustalıkla işliyor, ayrıca onlara seyircinin ruhunda yankılanan bir duygu katıyor, hem de ilk plandan başlayarak: "Gladyatör" Maximus'un başakların üzerinde okşar gibi dolaşan elleriyle açılmıştı, "Cennetin Krallığı"nda yeryüzünü okşar gibi sakin sakin yağan bir karla açıyor filmini, çektiği acılara dayanamayıp kendini öldüren (pes eden) bir kadının üzerine yağan karla... Bu plan filmde, yaşanan acı-tatlı deneyimleriyle birlikte hayatın anlamının ve -hem içsel, hem dışsal anlamda- doğanın, dökülen kandan daha fazla önemsendiğini belirtiyor...

Film+, sayı: 3, Haziran 2005

Kingdom Of Heaven / Cennetin Krallığı
Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: William Monahan
Yapımcılar: Mark Albela, Bruce Devan, Ridley Scott
Oyuncular: Orlando Bloom (Ibelin'li Balian), Eva Green (Sybilla), Liam Neeson (Ibelin'li Godfrey), Jeremy Irons (Tiberias), Edward Norton (Kral Baldwin IV), Brendan Gleeson (Reynald), Michael Fitzgerald (Humphrey), Ghassan Massoudu (Selahattin Eyyubi)
2005, ABD yapımı, 145 dakika
DVD firması: Tiglon / 20th Century Fox






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder