Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

16 Mayıs 2010 Pazar

Şimdi ya da Asla

Film, carpe diem kavramını (sadece hazcılıkla ilişkili yönüyle değil) açık ve gizli tüm anlamlarıyla ele alıyor ve işliyor: Her anı hakkını vererek yaşa… çünkü beş dakika sonra ölebilirsin… Yani Reiner’ın filminin ana teması ölüm değil, “ölüm bilinci”

IMDB: 7.5
All Movie: 2.5/5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 41
Manalı Filmler: 8.5

Her sinemaseverin kişisel tarihinde “yıldızın parladığı anlar” vardır; bir plandaki bir bakıştan veya bir diyalogdan etkilendiği, ruhunun adeta “yandığı”... Kısacık bir anın bu kadar büyük etki yapması şaşırtıcıdır: İnsanı değiştirir, genişletir, zenginleştirir…

Charles Chaplin filmleri genelde böyle bir etki yapar, ve fakat hiçbiri, “Monsieur Verdoux”daki o replik kadar alt üst etmemiştir beni: Son arzusu babında ikram edilen romu önce reddeden, sonra içen Verdoux, fikir değiştirmesinin nedenini şöyle açıklar: “Daha evvel rom tatmamıştım”…

O dört kelimeyi ilk duyuşum “Dead Poets Society-Ölü Ozanlar Derneği” dönemine denk gelmişti, yani “carpe diem” çağına. Çok gençtim, sorgulama ve idrak gücüm çok sınırlıydı. Ayrıca bir kavram ve bir tavır olarak “dolu dolu yaşamak” öylesine büyüleyiciydi ki, ötesini aramak aklıma bile gelmedi, Chaplin’in repliğini de yüzeysel değerlendirdim... Carpe diem kelimeleri içinde gizli olan “akışına bırakmak”, “hayatın sunduklarını onurlandırmak”, “o anın (o anı yaşıyor olmanın) değerini bilmek” vb daha derin ve karmaşık anlamlar sonraki yıllarda kapılarını (bana da) açmaya başladı.

Ölüm gerçeğiyle yakınlaşmadıkça yaşamın değerini ne kadar anlayabilir ki insan?..

“The Bucket List”, özellikle ölüm temasıyla ilişkisi ve bu konudaki cesareti dolayısıyla etkileyici ve önemli bir film. Seyircisini iki saat boyunca ölüm düşüncesiyle iç içe olmaya, ölmekte olan insanları izlemeye davet ediyor. Başrollerini iki ünlü (ve Oskar kazanmış) oyuncunun paylaştığı, A sınıfı bir Holivud filminin (sadece) ölümü konu edinebilmesi zaten çok büyüleyici ve takdire şayan… Ve fakat dahası da var: “Şimdi Ya Da Asla”, carpe diem kavramını (sadece hazcılıkla ilişkili yönüyle değil) açık ve gizli tüm anlamlarıyla ele alıyor ve işliyor: Her anı hakkını vererek yaşa… çünkü beş dakika sonra ölebilirsin…

Yani Reiner’ın filminin ana teması ölüm değil, “ölüm bilinci” (ve bunun insanı nasıl değiştirdiği, nasıl “öldüğünde gözleri kapalı ama kalbi açık” hale getirdiği)… Filmin ana kahramanlarının “bugünün işini yarına bırakma” imkanları yok, kanser vücutlarını öyle sarmış ki, hakikaten birkaç dakika sonrasını göremeyebilirler. Bu durum bilinç seviyelerini hızla yükseltiyor, bu da seyirciye, sadece ölmekte olan değil, aynı zamanda ölüm bilincine erişmekte olan iki insanın son aylarına tanık olma imkanını sunuyor, ve senaryonun satır aralarına daha iyi nüfuz etmesini sağlıyor…

Ölüm gerçeğiyle böylesine apaçık bir şekilde yüzleşmek hiç kolay bir şey değil. Normal şartlarda insan bundan kaçar, bir gün kendisinin de öleceğini bilmeyi istemez, bunu anlamasının hayatın tadını kaçıracağını sanar. Oysa bir insanın ölüm bilinci ne kadar gelişmişse hayatın tadına da o kadar yüksek düzeyde varır, çünkü o muhteşem bir rehberdir: Gelecek için kaygılanmamayı, yaşadığı her ana (ve her şeye) şükretmeyi ve örneğin gerçekte neyin ne kadar önemli olduğunu (dolayısıyla kişinin ne zaman neyi yapması gerektiğini anlamasını) sadece ölüm bilinci sağlayabilir…

Örneğin Edward gene inat edip kızıyla barışmayabilirdi, belki de ertesi gün ölebileceğini bilmeseydi… Örneğin Carter son aylarını dünyayı dolaşarak değil ailesinin yanında geçirebilirdi, gerçekten çok az zamanı kaldığını ve zaten tüm ömrünü onlara adadığını bilmeseydi...

Senarist Justin Zackham’ın ustalığı orada ki, öyküsünü bir değil iki kişi üzerine kurmuş ve karakterlerini serbest bırakmış: Böylece Edward ve Carter örneğin Taj Mahal’de sohbet ederken izleyici hem o muhteşem mekanı, hem de mekanda yaşanan görkemli zamanın karakterleri nasıl değiştirdiğini seyretme ve algılama şansına sahip oluyor. Değişik kişiliklere sahip oldukları için, bu “son çılgın macera”dan farklı şekillerde etkileniyorlar. Ama ortak yönleri de var: Hastaneden kurtulduktan sonra yaşanan her şey içlerindeki özgürlük duygusunu artırıyor ve (en geniş anlamıyla) daha fazla sever hale geliyorlar: Birbirlerini, dünyayı, arabaları, Everest’i, sevgiyi… her şeyi…

Çünkü ölüm bilincinin en önemli etkisi aslında şu: Hayatı daha fazla sevmenizi sağlıyor… Her şeyin değerini daha iyi bilmenizi…

Örneğin böyle bir filmin…

Kameranın önünde ve arkasında yaşı 60’ı geçmiş bir grup sinemacı olduğuna göre belki de (Clint Eastwood için yapıldığı gibi) sette ambülans bulundurulmuştur... Edward arkadaşının cenaze töreninde konuşurken, belki de Nicholson’ın aklından birkaç ay sonra kendisinin veya Freeman’ın cenaze töreninin yapılabileceği geçmiştir (ne de olsa ikisi de 1937 doğumlu)…

Ölümle ilgili falanca repliği söylerken ölebileceğini bile bile iyi oynamaya (veya o planı iyi çekmeye) çalışan bu olağanüstü insanlara saygı duymamak ne mümkün!.. Onlar (ve ürettikleri eser) sayesinde biz seyirciler de “görkemli bir şeye tanık olma” imkanı bulduk.

Bu idrakin yaşandığı an da kısacık ve fakat o kadar etkili ki ardından sadece sükut gelebiliyor…

Çünkü ötesine kelimeler yetmiyor...

Ödülü: Japon Sinema Akademisi'nce En İyi Yabancı Film dalında aday gösterildi.

Sinema, Mart 2008

The Bucket List / Şimdi ya da Asla
Yönetmen:
Rob Reiner; Senaryo: Justin Zackham; Yapımcılar: Alan Greisman, Neil Meron, Rob Reiner, Craig Zadan; Oyuncular: Jack Nicholson (Edward Cole), Morgan Freeman (Carter Chambers), Sean Hayes (Thomas), Beverly Todd (Virginia Chambers), Rob Morrow (Dr. Hollins), Alfonso Freeman (Roger Chambers), Rowena King (Angelica); 2007 ABD yapımı, 97 dakika; Gösterim tarihi: 1 Şubat 2008; DVD firması: Tiglon / Warner Home Video

2 yorum:

  1. Merhaba

    Bu film kolleksiyonumda var ama henüz izlemedim. Bu türden filmleri izlemeden önce hep bir bahane bulup ertelerim. Biliyorum çok hoşuma gidecek ama izlerken birçok sahnede boğazıma acı bir yumru oturacak, gözyaşlarımı engellemek için yanımdaki ile gözgöze gelmemeye çalışacağım. Yaşlandım galiba :)

    Bu sitede tanıttığınız filmlerin çoğu kolleksiyonumda fakat aralarında duymadıkları, izlemediklerim de var. "Film" severlere katkılarınızdan dolayı çok teşekkür ederim.

    Simavi CAN

    YanıtlaSil
  2. Haklısınız Simavi Bey, ancak bu filmde o kadar ağdalı sahneler yok, oyuncuları ve karakterleri çok sevdiğiniz için hüzünleniyorsunuz, o kadar...

    YanıtlaSil