IMDB: 7,6
Rotten Tomatoes: % 67
Manalı Filmler: 9,0
Bugünlerde ülkemizde gösterilen filmler,
sinema dünyasının iki önemli merkezi Hollywood ve Avrupa’da süregelen kimi
değişiklikleri de gözlemleme olanağı veriyor. “Hollywood ve Öpücüğün Anlamı”
başlıklı yazımda açıklamaya çalıştığım gibi, televizyonun yaygınlaşmasından
beri gençliğe yönelik filmler yapan ve bu sayede kendini kurtaran Hollywood’un,
belli bir daralma sonucu girdiği kriz sürerken, televizyona karşı etkili bir
çözüm üretememiş olan Avrupa sineması da farklı yoldan kendini kurtarmaya
çalışıyor.
Kuşkusuz
Avrupa sineması deyince akla Fransız sineması geliyor. Dünyanın devlet eliyle
en çok korunan ülke sineması olduğu için diğer Avrupa ülkelerinden daha iyi
durumda olan Fransız sineması, geçmişten gelen “önemli bir sinema ülkesi” olma
özelliğini bir ölçüde sürdürebildi, ama orada da ciddi bir daralma söz konusu.
Fransız sineması geçmişte birbirinden güzel örneklerini sunduğu psikolojik
filmlerin cangılına sıkışmış, türe hiçbir yenilik getirmeyen yüzlerce filmle
yolunu sürdürmüş, belli bir seyirci kitlesinin özellikle uzak durduğu bir
kimliğe bürünmüştü. 80’li yılların sonlarından itibaren Fransa’da film yapmaya
başlayan Carax, Annaud, Beineix, Besson gibi kimi yönetmenler, ülkelerinin
sinema mirası üzerine Hollywood’un temsilcisi olduğu çağdaş bir sinema
anlayışını koyabildiler, ilginç filmlere imza attılar.
“Toto le Heros / Kahraman Toto” isimli ilk
filminden tanıdığımız Belçikalı yönetmen Jaco Van Dormael de, adını andığım
Fransız meslektaşları gibi, Avrupa yanıyla Amerikalı tarafını filmlerinde
birleştirebilen, çok zor yakalanabilen bu sentezi yaşama geçirebilen
yönetmenlerden biri. “Kahraman Toto”da bireylerin yaşamlarına ayrıntısıyla
giren, insanlar arasındaki ilişkileri temel olarak alan, öyküsünü çok modern
bir sinema anlatımıyla aktarırken özellikle hikaye kurgusuyla dikkat çeken
Dormael, yeni filmi “Sekizinci Gün”de de aynı yolu izliyor. Üstelik, daha da
geliştirdiği sinematografik anlatımıyla, çok daha çarpıcı bir filme imzasını
atarak.
“Sekizinci Gün”ün Avrupalı yanı, modern
toplumun kıskacında bunalmış “normal” bir insan olan Harry ile bir mongolyeni,
doğayı ve yaşamı olduğu gibi algılayan, sevgiyle çok üst düzey bir ilişki
kurabilen bir insan olan Georges’u bir araya getirmiş olmasıyla başlıyor,
Georges’un lokantadaki garson tarafından reddedildiği, diskotekte kendisini yere
attığı sahnelerle ya da örneğin o unutulmaz final bölümüyle doruğa çıkıyor.
Dormael’in anlattığı yalnızca iki insanın özel koşullarda karşılaşmalarıyla
başlayan ilişkileri değil, yaman bir modern toplum eleştirisi de film boyunca
varlığını hissettiriyor.
Filmin ana
temalarından biri başarılı olmak uğruna öğrendiği yaşama biçimini sürdürürken
doğadan ve kendi özünden uzaklaşmış bir bireyin, yaşamı öğrenme süreci... Normalde
son derece sıkıcı, didaktik bir filme temel oluşturabilecek bu tema, Dormael’in
elinde, kıpır kıpır, neşeli, coşkulu bir yapıta dönüşüyor.
Entelektüalizmi
koruyarak, bir yandan da keyifle seyredilen bir filme imza atabilmek, popüler
olanla elit olanı bu kadar ustalıkla birleştirebilmek için kuşkusuz ki iyi
sinemacı olmak gerekiyor. Dormael’in ne kadar yetenekli bir yönetmen olduğu ise
filmlerinin her planından belli. Örneğin “Sekizinci Gün”ün açılışı, son derece
şiirsel, inanılmaz deneysel, tek kelimeyle mükemmel bir sekans. Aynı sekansın
finalde, küçük değişikliklerle yinelenmesi ve bu sayede yeni anlamlar
yaratılması ise olağanüstü çarpıcı.
Dormael
temalarını işler, iki ana karakteri arasındaki ilişkiyi sürdürürken, “Kahraman
Toto”nun kimi bölümlerindeki gibi hınzırlık yapmaktan da geri durmuyor.
Harry’nin yaşamının ne kadar sıkıcı olduğunu anlatırken, aynı planları
yinelemesi, Georges’un, kaldığı yurttan kaçtıktan sonra yolu nasıl bulacağı
sorununu sevimli ok esprileriyle çözmesi ve en önemlisi mongolyenleri
metropolün ortasına salıvermesi, sanatçının sinematografik yeteneklerinin yanında,
ne kadar zeki biri olduğunun da kanıtı.
Çoğu
Hollywood filminin duygusuz hareketliliğinden ve çoğu Avrupa filminin soğuk
didaktizminden uzak durmayı başaran bu film, yapay bir duygusallığın ardından
koşan kimi Avrupalı sinemacıların çıkarabileceği derslerle de dolu.
Örnek mi?..
O muhteşem intihar sekansı yetmez mi?..
Antrakt, Sayı: 59, Ekim-Kasım 1996
Ödülleri:
En İyi
Yabancı Film dalında Altın Küre adayı
Cannes Film
Festivali En İyi Erkek Oyuncu ödülü (Daniel Auteuil, Pascal Duquenne)
Ayrıca 5
ödül ve 3 adaylık
Meraklısına:
13 yıl
aradan sonra üçüncü uzun metrajı “Mr. Nobody / Bay Hiçkimse” (2009) ile
dikkatleri çeken yönetmenin, bu yılki eseri “The New Testament” Belçika’nın Oskar aday adayı idi; dokuzluk listede olmasına
rağmen son 5 arasına giremedi.
Le
Huitieme Jour / The Eighth Day / Sekizinci Gün
Senaryo ve yönetim: Jaco Van Dormael
Yapımcı: Philippe Godeau
Oyuncular: Daniel Auteuil (Harry), Pascal
Duquenne (Georges), Miou Miou (Julie), Henri Garcin (şirket yöneticisi),
Isabelle Sadoyan (Georges’un annesi)
1996
Fransa, Belçika, İngiltere ortak yapımı, 117 dakika.
Gösterim
tarihi: 30 Ağustos 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder