Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Tesadüf


IMDB: 6,6
Allmovie: 2,5/5 yıldız
Metacritic: % 52
Rotten Tomatoes: % 61
Manalı Filmler: 9,0

Holivud “maskeli filmler” yapmayı iyi bilir.

Bu tabiri, önemli bir eser olmasına rağmen manasını, derinliğini gizleyen, ilk bakışta kendini ele vermeyen, tersine çok sıradan, ticari filmlermiş gibi görünen yapımlar için kullanıyorum. Bu kategorinin en güzel örneklerinden biri “What About Bob / Peki Ya Bob”dur mesela; eğlenceli bir komedi filmi kılığındadır, ama mana değeri hayli yüksektir.

“Tesadüf” de bir başka çok güzel (ve de önemli) “maskeli film”… Hayat dersleriyle dolu… O kadar ki sonunda insan şaşakalıyor, bir tek filmden hayata dair neler öğrendiğini düşününce.

İlk bakışta sıradan bir romantik komedi var karşımızda. Senaryosu hoş buluşlar içeren, zeka dolu bir iş; oyunculuklar, görüntü, müzik, reji vs ise A sınıfı bir Holivud filminden beklenebileceği gibi gayet üst seviyede ama belli bir standartta, farklı bir şey, yaratıcı bir öğe yok. Zaten filmin en önemli kısmı da senaryosu.

Metnin içerdiği manayı deşifre etmemizi sağlayacak bir plan var (fotoğrafı üstte): Metro merdivenlerindeki, arkasından görülen kişi John Cusack, ama bizim işimiz onunla değil, yeşil-beyaz lambaların arkasındaki afişle: John Guare’ın “Six Degrees of Separation” (Altı Derece Uzak) isimli oyununun posteri. Bu eser “insan ağı” adıyla da bilinen kurama yaslanıyor, onun kökeni de 1929’da Macar yazar Frigyes Karinthy’nin “Chains” isimli kısa öyküsünde işlediği tez: “Bir insanla dünya üzerindeki diğer bir birey arasında en fazla altı kişi vardır” (ilk ve son kişi de dahil). Bir başka deyişle, diyelim ki A isimli Türk’ün hayatındaki B kişisine, B’nin tanıdığı kişilerden C’ye biçiminde ilerlersek, A’nın ulaşmak istediği herhangi birine, diyelim ki Etyopyalı K’ye veya Başkan Obama’ya en fazla 5 adımda varabiliriz.

Böyle anlatınca çok saçma duruyor ama kanıtlanmış bir şey bu. Sosyal psikologlar Michael Gurevich ve Stanley Milgram 1960 ve 70’lerde bu alanda deneyler yapmışlar. İlk deneyde zarfların üzerine rast gele seçilmiş isim ve adresler yazılmış, deneye katılanlardan, zarfı, üzerindeki ismi tanıyabileceğini düşündüğü bir tanıdığına yollaması istenmiş. İkinci halka olarak zarfı alanlar da aynı şeyi yapmışlar, zarfların büyük çoğunluğu 5 adımda yerlerine ulaşmış.

2001’de Kolombiya Üniversitesi’nden profesör Duncan Watts 19 hedef belirleyip, 157 ülkeden 48 bin kişiye e-posta yollamış, iletilen metinler asıl hedeflere gerçekten de 5 adımda ulaşmış.

Dünya küçük
Bu ve benzeri deneylere kısaca “küçük dünya sorunsalı” deniyor.

John Guare’ın oyunu ve ondan uyarlanan film popüler olunca, konuyla ilgili başka ürünler de çıkagelmiş: Örneğin “Six Degrees Of Kevin Bacon” isimli bir oyun var, Bacon’ın bir film veya reklamda birlikte oynadığı başka bir oyuncuya sıçrayarak hedef olarak belirlenen isme ulaşmaya çalışıyorsunuz. Ayrıca Bacon’ın kurduğu bir site ve organizasyon da var ki, insanlar arasındaki bu yakınlığı hayırlı işler için kullanmaya çalışıyor.

Ve tabii ki konuyla ilgili filmler var, “My Date With Drew / Drew ile Randevum” veya “Babel / Babil” gibi…

“Küçük dünya” teziyle ilgili özellikle internette o kadar çok organizasyon var ki, hepsinden bahsetmek imkansız, meraklısı “ileri okuma için” linklerinden yararlanabilir.

Filme dönelim: Sara’nın yakın arkadaşı Courtney ile Jonathan’ın nişanlısı Halley’in eskiden arkadaş oldukları ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, Jonathan ile Sara arasında 6 bile değil, sadece 2 “derecelik ayrılık” var. Bu öğeyi kullanarak film “küçük dünya” meselesi ve onunla ilgili deneyleri anımsatıyor, Halley ile Courtney’in tanışıyor olmalarını sıradan bir tesadüf olarak görüp geçmemizi engelliyor.

“Küçük dünya” kavramı üzerinde temellenen iki önemli öğe daha var filmde: Jonathan’ın üzerine adını ve telefon numarasını yazıp Sara’ya verdiği (ve onun da hemen harcadığı) 5 dolarlık banknotun dönüp dolaşıp yine genç kıza ve Sara’nın adresini yazdığı kitabın Jonathan’a dönmesi. Dünya küçük olduğu için aynı kitap, para veya kişiyle tekrar rastlaşma ihtimalimiz hiç de düşük değil…

Ve belki de daha önemlisi: Film bu karşılaşmaları sağlayan tesadüflere de dikkat çekiyor, Courtney ile Sara’nın aynı marka ve model çantalarının karışması gibi.

Serendipity
Filmin ciddiyetle üzerinde durduğu bir başka kavram ise, esere adını veren “serendipity”… Yabancı sözcük kullanmak istemiyorum ama, maalesef bu kelimenin dilimizde karşılığı yok (ki kendisi yabancı dillere çevrilmesi en zor 10 İngilizce sözcükten biri olmakla ünlü). Kelimenin kökeni “The Three Princes of Serendip” isimli bir peri masalı (“Serendip” Sri Lanka’nın Arap dilindeki adı). Hoş raslantılar sonucu kazanımlara ulaşan üç prensin serüvenlerinin anlatıldığı bu eseri Horace Walpole okumuş ve kelimeyi icat edip kullanıma sokmuş. Sözlüklerde anlamı “beklenmedik şeyleri tesadüfen bulma yeteneği/şansı” biçiminde açıklanıyor. Bilim ve keşifler tarihinde bir hayli serendipity örneği var, en ünlüsü Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi.

Eşzamanlılık
Filmde diğerlerine kıyasla çok daha az işlenmesine rağmen üzerinde durmamızı gerektirecek öneme sahip bir başka kavram ise eşzamanlılık… Terimi ilk kez 1920’lerde psikolog Carl Gustav Jung kullanmış. Konuyla ilgili kitaplarda sık kullanılan bir örnekle izah edeyim: Diyelim ki tatile çıkacaksınız, ama nereye gideceğinizi henüz kararlaştırmadınız. Bununla meşgul olduğunuz dönemde rast gele kanal değiştirirken mesela Ayvalık’ı anlatan bir TV programına denk geliyorsunuz. Üzerinden fazla zaman geçmeden bir akrabanız devraldığı motelden söz ediyor, hemen ertesi gün bir sahafta tarihi romanlar arasında debelenirken alt raftaki bir kitap gözünüze çarpıyor, veya örneğin minibüste iki kişinin sohbetine kulak misafiri oluyorsunuz… Ve bunların hepsi Ayvalık’la ilgili… Böyle bir durumda hemen bavulları toplayıp Ayvalık’a gitmeniz gerekir çünkü orada yaşayacağınız bir şeyler vardır ve bunu size hayat söylemektedir.

Dolayısıyla eşzamanlılık, belirli bir konu, kişi, yer veya objenin, birbiriyle ilgisiz en az iki kaynak tarafından size hatırlatılması, karşınıza çıkarılması demek, filmde bir ara Jonathan’ın Sara ismini sürekli duyması gibi (Eşzamanlılığı “algıda seçicilik” kavramıyla karıştırmamak lazım, ikincisinde çevredeki şeylerden algınıza girenler söz konusudur, yani o şeyler sizden bağımsız olarak vardırlar, eşzamanlılık ise insan ile hayat arasındaki ilişkiye dair bir kavramdır).

Doğru zaman
Filmde yine şöyle bir değinilip geçilen, ama çok önemli bir başka kavram da bu. İlk sohbetlerinin ardından ayrılırlarken, Jonathan ısrarla telefon numarasını istediğinde Sara “doğru zaman değil” diyor, yıllar sonra, ikisi de başkalarıyla evlenmek üzereyken tekrar buluşuyorlar (Benzeri bir “doğru zaman” kavuşmasını, “My Blueberry Nights / Benim Aşk Pastam” filminde de görmüştük. “Cast Away / Yeni Hayat” filminin işlediği hayat prensipleri arasında da vardı ayrıca). İlgili hayat prensibi kültürümüzde bir atasözüyle ifade ediliyor: “Her şeyin bir zamanı vardır”. Her iki anlamda da: bir şey için henüz erken ise ne kadar çabalasanız olmaz, vakti geldiyse de gerçekleşmesini hiçbir güç durduramaz.

Kader
“Tesadüf” senaryosunun önemi, öncelikle bu kavramları yan yana kullanmasında, işlemesinde. Jonathan ve Sara yılbaşı alışverişi sırasında tanışıyorlar, kendi sevgililerine hediye alacakken yeni bir aşk kapılarını çalıyor (serendipity). Ayrıca “küçük dünya” gereği aynı banknot ve kitaba tekrar denk geliyorlar ki bu yıllar sonra birbirlerini bulmalarını sağlıyor. Bu buluşmaya yardımcı olan kişiler Courtney (para) ve Halley (kitap), yani Jonathan ve Sara arasındaki “halka”lar (“altı derece”den ikisi). Bu “işaretleri” ciddiye almaları için onları zorlayan iki faktör de var: Eşzamanlılık ve doğru zamanın geldiğini söyleyen iç sesleri…

Film bu kavramları birlikte işlemekle kalmıyor, bunların nasıl olduğuna, sistemin nasıl işlediğine dair cümleler de kuruyor. Romantik komedi yapısı gereği fazla bir felsefi derinliğe ulaşamıyor ama yine de bu yöndeki çabası takdire değer.

Romantik komediler zaten en olmadık an ve/veya durumlarda karşılaşıp birbirine aşık olan insanların öykülerini anlatır. Dolayısıyla bu türün örneklerinin ortak satır arasında zaten şu cümle vardır: “Senin için de uygun birisi mutlaka var”.

“Tesadüf” cümleyi genişletiyor: Daha ilk sahnede Jonathan ile Sara’nın “birbirleri için yaratılmış” olduklarını anlıyoruz, filmle aynı adı taşıyan kafeteryadaki sohbet sahnesi bu izlenimi pekiştiriyor. Fakat ayrılıyorlar ve yıllar sonra tekrar (bu kez doğru zamanda) buluşuyorlar. Buluşmaya yardımcı olan etmenler tesadüfler, ortak tanıdıkları ve objeler…

Bunlar sayesinde film derinleşiyor: Açılıştaki serendipity hadisesi olmasa da Jonathan ve Sara’nın tanışmaları ihtimali vardı çünkü ortak tanıdıkları var. İlk tanışmadan sonra ayrılmalarına rağmen tekrar karşılaşabildiler çünkü “küçük dünya” yapısı “serendipity”lerin oluşmasına imkan sağlıyor (parkta unuttuğu montunu geri almaya gelen Sara’nın Jonathan’ı görmesi gibi).

Dolayısıyla film gözle görünmez bir mekanizmanın sürekli çalışmakta olduğunu vurguluyor, öyle bir sistem var ki insanları, objeleri birbirine yaklaştırıyor, karşılaştırıyor.

Bu sisteme genelde kader diyoruz ama bu sözcüğün de (İngilizcedeki “fate” gibi) çift anlamlı olduğunu göz ardı etmemek lazım: Kader bir yandan her şeyin önceden belirlenmiş olması demek, bir yandan da “tüm bu buluşmaları, tanışmaları sağlayan güç” manasında, ki talih ve kısmet kelimelerinin de benzer anlamları var.

Zaten filmin asıl teması da o mekanizma; tesadüfleri, serendipity hadiselerini, tanıdıklarımızı ve eşzamanlılığı kullanarak bizi “kaderimizde olan”, yani yaşamamız murad edilmiş hadiselere, kişilere yönelten güç…

Tabii ki tüm bunlar sadece aşkla ilgili değil, aynı mekanizma insanların iş kurmalarını, uzun yıllar dost kalacakları veya birlikte muhteşem eserler yaratacakları kişilere ulaşmalarını da sağlıyor.

Sözün özü
“Maskeli filmler”in bir talihsizliği vardır, görmesini bilmeyen gözler onları çok küçümser. “Serendipity” de “alt tarafı bir romantik komedi” denilip geçilmeye çok müsait bir film…

Oysa hepimizin çevresinde, bu filmde anlatılan mekanizmanın sonucu olarak bir araya gelmiş insanlar var, hepimizin hayatları, nice serendipity örnekleriyle, anlamlı tesadüflerle dolu.

“Tesadüf” bu yüzden çok önemli…

Çünkü hayatın prensiplerini anlatıyor…

Seçme replikler:
Jonathan: “Burayı nereden buldun?”
Sara: “Önceleri adı yüzünden geliyordum buraya. Serendipity. En sevdiğim kelimelerden biri.”
Jonathan: “Öyle mi? Neden?”
Sara: “Çünkü anlamına göre çok hoş bir sesi var: şanslı kaza. Ama ben kazalara inanmam. Bence kader her şeyin arkasındaki güçtür.”
Jonathan: “Öyle mi düşünüyorsun? Her şey önceden planlanmış mı? Yani hiç seçim yapmıyor muyuz?”
Sara: “Bence kararlarımızı kendimiz veriyoruz. Kader bize sadece küçük işaretler yolluyor, işaretleri nasıl yorumladığımızsa mutlu olup olmadığımıza göre değişiyor.”

Sara: “Tekrar karşılaşmamız kısmetse, karşılaşırız zaten, şu an doğru zaman değil.”

Dean: “Biliyor musun Yunanlılar ölüm ilanı yazmazlarmış. Birisi öldüğünde tek bir soru sorarlarmış: ‘Tutkusu var mıydı?’…”

İleri okuma için:
http://kobi.milliyet.com.tr/haber/kobi-2008-de-serendipity-i-kesfedin,188 (konuyla ilgili dövme modasından söz eden bir haber)
http://en.wikipedia.org/wiki/Serendipity (kavramı açıklayıp bilim ve teknoloji tarihinden örnekler veren bir sayfa, İngilizce)
http://en.wikipedia.org/wiki/Six_degrees_of_separation (Geniş bir özetle birlikte, konuyla ilgili internet, sinema bağlantılarını da veriyor, İngilizce)
http://www.sixdegrees.org/ (Bacon’ın sitesi, İngilizce)
http://en.wikipedia.org/wiki/Small_world_phenomenon (belli başlı deneyleri özetleyen bir yazı, İngilizce)
http://www.smallworldexperiment.com (54 paketle yapılan bir deneyin sitesi, İngilizce)
http://en.wikipedia.org/wiki/Synchronicity (İngilizce)
http://www.carl-jung.net/synchronicity.html (İngilizce)
7 Secrets Of Synchronicity (İngilizce)

Serendipity / Tesadüf
Yönetmen: Peter Chelsom
Senaryo: Marc Klein
Yapımcılar: Peter Abrams, Simon Fields, Robert L. Levy
Oyuncular: John Cusack (Jonathan Trager), Kate Beckinsale (Sara Thomas), Jeremy Piven (Dean Kansky), Bridget Moynahan (Halley Buchanan), Kate Blumberg (Courtney), John Corbett (Lars Hammond), Eugene Levy (Tezgahtar)
2001 ABD yapımı, 90 dakika
Gösterim tarihi: 24 Mayıs 2002
DVD firması: Palermo

10 yorum:

  1. Paylaşım için teşekkürler,
    Doğru zamanda doğru şekilde karşıma çıkan fikirler oldu.
    ‘Tesadüf’ü ve beraberinde getirdiği tüm düşünce biçimini kendi hayatımda uzun süredir çok önemsemiş/hissetmişimdir.
    O yüzden ben de muhtemelen biliyor olduğunuz ve benzeri referanslara dayanan başka bir terim-benim içinse dünya algılayışı olan kavramı paylaşmak istedim; flaneur
    “beklenmedik şeyleri tesadüfen bulma yeteneği/şansı” ile de çok ilintili bir kavramdır,
    http://gurselkorat.blogspot.com/2008/10/flneur.html

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim, yazıdan yararlanmanıza sevindim.

    YanıtlaSil
  3. sayende daha bilinçli bir izleyici olmaya başladım ayrıca hayranlarından biri haline geldim :)

    YanıtlaSil
  4. Çok hoş bir iltifat bu, dilinize sağlık.

    YanıtlaSil
  5. Tamer bey,
    Bugün Koşulsuz Sevgi grubunda mesajınızı gördüm. Manalı Filmler blogunuzla ilgili...

    Blogunuza gittim, şöyle bir baktım, diğer blogunuza da baktım... Baktım diyorum çünkü, içlerine dalıp saatlerce okumamak için kendimi zorladım, zorla tuttum kendimi... Çünkü elimde bitirmem gereken bir iş var... Hemen bookmark'ladım.

    Demek istediğim, çok çoook ilgimi çekti yazdiklarınız. Serendipity epeydir listemde olup seyredemediğim bir film... Bu karambolde bir de "filmdiziizle" diye bir site buldum, en kısa sürede izleyecegim, filmin DVD'sini henüz bulamadım.

    (...) Ben sizin taniminizla "manali filmleri" tercih ediyorum. (...) Listenizdekiler arasında -kendi favorilerimden- ilk gözüme çarpanlar: Gandi, On iki Ofkeli Adam ve Inerstate 60...
    (...)
    Ellerinize sağlık!

    Sevgiler,
    Ayşe Dağıstanlı

    YanıtlaSil
  6. Yazdıklarınız beni çok mutlu etti, Işık sizinle olsun:)

    YanıtlaSil
  7. Siteniz takip ediyorum ve beğeniyorum."Beğenmek" kelimesini açmam gerekirse:Sadece bu yazınız için değil de, genel olarak söylemek isterim ki;özellikle insanların dilinin ucuna gelmiş ama ifade edemedikleri şeyleri ifade eden yazılar, zaten başlı başına ayrı bi başlık; bi de bu aralar sinema yazılarının ne kadar aynı açıdan, klişe cümlelerle geçiştirildiği düşünülürse…insanın sevdiği şeyleri, kendi arka bahçesini, insanların görebilecekleri ön bahçeye kendi kurallarıyla adapte etmesine benim söyleyecek bi şeyim çok olamaz, tebrik etmekten başka...
    Sevgiler,
    h.m.a

    YanıtlaSil
  8. Hepsi değil tabii ki ama çoğu sinema yazarımızın yazdıkları beni de çok şaşırtıyor, fakat öte yandan herkesin her an elinden gelenin en iyisini yaptığını, hayatın sistematiğinin böyle olduğunu da biliyorum, anlayabildikleri kadar, kalemlerinin yettiğince yazıyorlar.

    YanıtlaSil
  9. Bu filmi iyi ki sizinle manalı filmler etkinliğinde konuştuktan sonra izlemişim.Şimdi bu yazıyı da okuyunca gözümde o kadar değerli bir hale geldi ki.Bunun için müteşekkirim.

    Bir sahne hakkında paylaşım yapmak istiyorum.

    Courtney bir sokak satıcısından Prodo marka ürün aldığında Korsan ürünlerle savaşan bir biz değiliz diye düşündüm.Çünkü şöyle bir şey duymuştum.Adamın biri burada çok fazla satılan 5 liralık Lacoste t-shirtlerinden almış.Daha sonra Fransa'ya gitmiş.Durumu olmadığından fakirlik maaşı almak istemiş.Ancak üzerindeki Lacoste t-shirtünü gören Fransız memurlar adamı zengin varsayıp bizimle dalga mı geçiyorsun demişler.Adam da durumu açıklamak istese bile açıklayamamış çünkü fransızlar sahte ürün kavramıyla daha önce karşılaşmamışlar.

    Sanırım bu kendiyle alay edebilen insanlar olarak bizim tarafımızdan uydurulmuş bir hikaye.

    Ayrıca İtalya'da kendi yaşadığım bir şeyi aktarayım.Roma'daki LV mağazasına girerken cep telefonlarını kapattırıyorlar.Çünkü resimleri çekilip daha sonra sahteleri diğer ülkelerde üretiliyormuş.Bundan kendilerini korumak için herhangi resim alabileceğiniz bir ürünü girişte ya alıyorlar ya da kapattırıyorlar.Bir de beraber gittiğim arkadaşım bunu özellikle Türk'lere yaptırıyorlarmış dedi.

    Belki senaryoya yardımcı oluyor diye öyle bir sahne var ama benim için onu görmek ayrı bir şey oldu.Sonuçta filmde de eş zamanlılık var,algıda seçicilikle karıştırıyor olabilirim :)

    Saygılar,
    N

    YanıtlaSil
  10. Yararlanmanıza sevindim; sevgiler...

    YanıtlaSil