Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

20 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Kadın Meselesi

Huppert’in inanılmaz ölçülü bir oyunculukla canlandırdığı Marie’nin sonunu hazırlayan, hayata dair bilincinin fena halde kıt olması. Çoğu şeyi göremiyor, görebildiklerini de reddediyor, böylece yarattığı yanılsamayı gerçeklik sanarak yaşıyor

IMDB: 7,7
Allmovie: 4 yıldız
Rotten Tomatoes: % 80
Manalı Filmler: 9,0

12 Eylül günü dünyaya veda eden Claude Chabrol, Fransız Yeni Dalga akımını başlatan yönetmen olarak tanınıyordu. Hiçbir zaman Cahiers du Cinéma dergisinde birlikte çalıştığı (sonraki yıllarda Yeni Dalga’nın önde gelen yönetmenleri olarak dünyaca tanınan) François Truffaut ve Jean-Luc Godard kadar ünlü olmadı ama 60’dan fazla filmi ve “auteur” kuramına katkılarıyla yalnız Fransa’da değil, tüm dünya sinemasında etkili oldu.

1958’de gerçekleştirdiği ilk filmi, Yeni Dalga akımını başlatan “Le beau Serge”le birlikte Chabrol, ölümüne kadar sürdüreceği sinemasal kimliği kurmuştu: Psikolojik gerilim türünün tutkunu ve ustasıydı; insanın iç dünyasını incelemekten hoşlanır, çoğunlukla ana karakterini zarara uğratan hatta felaketlere sürükleyen bilinçsizliğe özel ilgi gösterirdi.

Karakterleri yokuş aşağı yuvarlanırken Chabrol, mesafeli bir yaklaşımla olayları gözlemler ve kaydeder, iç dünyalarına en çok yaklaştığı anlarda bile tarafsızlığını korur, izleyiciye kendi kararını verme şansı tanır. Filmlerinin önemli bir bölümünde “ana kahraman”, sıradan bir insandır; bastırılmış duyguları yüzünden seyirci onu ancak yüzeysel tanıyabilir, sahip olduğu burjuva değerleriyle –çoğunlukla şiddete ve suça yol açan- tutku arasındaki çatışma gerilimi yaratırken, “gerçekte kim olduğunu” ne kendisinin, ne de seyircinin bildiği ana karakter hep gizemini korur. Öykü ilerledikçe, gerilim karşısındaki tavrı (örneğin tutkusunu açığa çıkarması veya bunu reddetmesi) ana karakterin gizemini azaltır, bir sonraki an ne yapacağı tahmin edilebilir hale gelir; öte yandan, ruhunun karanlık labirentlerinde başka nelerin olduğu ve başına tam olarak neyin geleceği soruları giderek güçlenir; gerilim ve gizem birbirini besleyerek çoğalır.

Mükemmel kurulmuş ve kotarılmış bir film olan “Bir Kadın Meselesi”, yönetmenin temel özelliklerini iyi yansıtması ve özellikle hayata dair bilinç eksikliğinin yol açtığı sorunları ve insanlık durumlarını göstermesi bakımından önemli bir eser...

2. Dünya Savaşı yılları, Fransa işgal altında, yoksulluk dorukta… Erkeklerin önemli bölümü ya öldürülmüş, ya tutuklanmış veya cephede. Özellikle genç kadınlar için çocuk yapmak çekici bir şey değil, ancak ağır hayat şartlarının toplumsal ahlakı erozyona uğratacağından korkan devlet, kürtaj yasağına aykırı eylemleri şiddetle cezalandırıyor.

Ev hanımı Marie, “bir elinde cımbız / bir elinde ayna/ umurunda mı dünya” modeli bir kadın. Hem eğitimsiz, hem cahil. Şarkıcı olmayı düşlüyor, iyi yaşamayı arzuluyor; başka da hiçbir şey umurunda değil. İki çocuğuyla ayakta kalmaya çalışırken, savaşta esir düşmüş kocasıyla hiç ilgilenmiyor, adam eve döndükten sonra bile… Bir arkadaşına yardım edip başarılı olunca yasadışı kürtaj yaparak para kazanmaya başlıyor, sokak kadınlarına oda kiralamak gibi başka kazanç yolları icat ediyor. Zenginleştikçe şımarıyor Marie, yeni hayatına tutkuyla sarılıyor. Tutuklandığında aklı başına geliyor, ama artık çok geçtir…

Huppert’in inanılmaz ölçülü bir oyunculukla canlandırdığı Marie’nin sonunu hazırlayan, hayata dair bilincinin fena halde kıt olması. Uyanık bir kadın o, ama akıllı değil. Onu sevmediğini yüzüne karşı haykırmasının, onu kesinlikle yanına yaklaştırmamasının kocasını nasıl etkileyeceğini anlayamıyor. Başka bir erkeğin yatağına girmesinin de. Yarım yamalak bilgiyle kürtaj yapmasının “hastalarına” zarar verebileceğini düşünmüyor, hatta aralarından birinin ölmesini bile umursamıyor. Çoğu şeyi göremiyor, görebildiklerini de reddediyor, böylece yarattığı yanılsamayı gerçeklik sanarak yaşıyor. örneğin Yahudi olduğu için Nazilerin alıp götürdüğü en yakın arkadaşının, dinini bilmediği ortaya çıkıyor, gerçeği öğrenince de, bir gün geri döneceğine inanmayı yeğliyor, o şekilde giden kimsenin geri dönmediğini bilmesine rağmen...

1943’te idam edilen Marie-Louise Giraud’un öyküsünü anlatırken Chabrol, akıllıca bir tutumla hikayeyi geniş tutmuş, Marie’nin arkadaşları ve müşterilerini de kapsamasını yeğlemiş. Senaryo, ağır toplumsal koşulların kadınlara yaşattığı zorlukları işlerken, “uyanık” ve bencil davranarak o darboğazdan çıkılamayacağını vurguluyor, kurtuluşun daha yüksek seviyede şuurdan geçtiğini imliyor.

Ki o şuur seviyesi, öncelikle birlik bilincine sahip olmayı gerektirir. Sadece kızını okşayıp sevmesinin oğluna yaşattığı acıyı bile göremeyen/anlayamayan Marie (ve benzerleri) zaten o bilinç seviyesinde değillerdir…

O yüzden sonları hep trajik olur…

Ödülleri:
En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre adayı oldu; Venedik Film Festivali’nde Huppert En İyi Kadın Oyuncu seçildi.
Ayrıca 10 ödül ve 3 adaylık.

Meraklısına:
DVD hakkında geniş bilgi için tıklayınız
Fragman için tıklayınız

Story of Women / Une affaire de femmes / Bir Kadın Meselesi
Yönetmen: Claude Chabrol
Senaryo: Colo Tavernier, Claude Chabrol (Francis Szpiner'in kitabından)
Yapımcı: Marin Karmitz
Oyuncular: Isabelle Huppert (Marie), François Cluzet (Paul), Nils Tavernier (Lucien), Marie Trintignant (Lulu), Lolita Chammah (Mouche #2), Aurore Gauvin (Mouche #1), Guillaume Foutrier (Pierrot #1), Nicolas Foutrier (Pierrot #2), Marie Bunel (Ginette), Dominique Blanc (Jasmine)
1988 Fransa yapımı, 108 dakika
DVD firması: A. E. Film / Saga

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder