Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

5 Eylül 2010 Pazar

Öldüren Hatıralar

IMDB: 7.7
All Movie Guide: 4 yıldız
Rotten Tomatoes: % 87
Manalı Filmler: 8.0

65 yıl önce “Spellbound” (kelime anlamı: “büyülenmiş”), bu yıl “Başlangıç”ın gördüğü ilgiyi görmüş, -dönemin koşulları gereği tüm dünyada değilse bile- ABD’de hayranlıkla karışık bir şaşkınlık yaratmış, benzer biçimde takdir edilmiş ve psikiyatri, psikanaliz ve rüya konusuna karşı bir toplumsal ilginin doğmasına neden olmuştu.

“Öldüren Hatıralar” psikanalizle doğrudan ilgili ilk Holivud filmlerinden biriydi, dönemin en ünlü ve ilginç yönetmenlerinden birinin elinden çıkmıştı ve özellikle düş sekansındaki görsel efektlerle seyirciyi şok etmişti.

Geniş yığınlar böylesi gerçeküstücü imgelerle perdede ilk kez karşılaşmış, düşlerin önemine dair bilgileri çoğu ilk kez edinmiş, analistlerin nasıl çalıştığını ve psikanalizin ne işe yaradığını görmüşlerdi. Sözün kısası “Spellbound” hayli manalı ve önemli bir filmdi (ki hala öyle).

Bir psikiyatri kliniğinde çalışan Dr. Constance, yeni başhekimden etkilenir. Kısa sürede başhekimde bir tuhaflık olduğu anlaşılır. Genç adam göreve gelmesi gereken doktoru öldürüp yerine geçtiğini itiraf eder. Ama olayın nasıl gerçekleştiğini anımsayamamaktadır, belleğini tümden kaybetmiştir. Ona aşık olan Constance, masum olduğuna inandığı sevgilisini iyileştirmeye ve cinayeti çözmeye çalışır. Fakat polis peşlerindedir, analiz için çok az zaman vardır…

Hitchcock başyapıtları arasında sayılmasa da “Spellbound”, her öğesiyle hayli ilginç ve başarılı bir film. O dönem için çok yaratıcı ve başarılı sayılabilecek senaryosu, olağanüstü görüntü çalışması ve oyunculuk seviyesi dikkat çekiyor. Ayrıca usta yönetmenin alamet-i farikası sayılan “vurucu plan”lardan ikisi de bu filmde (çok sayıda kapının ve usturanın kullanıldığı planlar).

Salvador Dali’nin tasarladığı rüya sahneleri de hayli ilginç ve hala önemini koruyor.

Filmin mana değerini artıran bir başka unsur daha var: Bir insanın, bunu hedeflemese de, hatta kendi işiyle, hayatıyla meşgul olmaktan başka amacı olmasa da başkalarını nasıl etkilediği, binlerce insanın hayatına nasıl katkı yaptığı (Eminim bu cümleyi okuyunca ünlü “It’s A Wonderful Life / Şahane Hayat”ı anımsamışsındır, sevgili okur).

Şöyle ki: Yapımcı Selznick, Holivud’un en başarılı isimlerinden biridir, hatta 1940 ve 41’de “Gone With the Wind / Rüzgar Gibi Geçti” ve “Rebecca” ile En İyi Film Oskarına değer görülmüştür. Fakat ertesi yıl depresyona girer, karısını dinleyip psikanalist May E. Romm’un kanepesine uzanır. Gördüğü terapiden ve elde ettiği faydadan o kadar etkilenir ki, sözleşmeli yönetmeni Hitchcock’a bu süreçten hareketle film yapmaları için ısrar etmeye başlar. Bu tarif insan ruhuna pek ilgi duymayan Hitch amcamızın sinema anlayışına uymaz, Selznick’i romanın haklarını satın almaya ikna eder. Yapımcı bunu yapar ama, insanları bir hastanede rehin alan bir katille ilgili bir korku-gerilim romanını aynen uyarlamak da istemez. Eserin güncellenmesini ve kendi dünyasına uyarlanmasını Hitchcock da arzu etmektedir, MacPhail ile çalışarak bir uyarlama yapmıştır, Selznick ise Ben Hecht’i projeye dahil eder. Hecht, dönemin önde gelen psikanalistleriyle görüşerek en yeni bilgi ve yöntemleri de içeren bir senaryo yazar. Eseri, Hitchcock’u da memnun edecek bir aşk hikayesi, renkli karakterler, komik sahneler ve suçlu konumuna düşen masum insanların kaçmak zorunda kalması vb tipik Hitch temaları da içermektedir.

Sonuçta ortaya çıkan film bir sentezin ürünü olur, hem olumlu, hem de olumsuz anlamda…

Ödülleri:
En İyi Film, Yönetmen, Görüntü Yönetmeni (siyah beyaz kategorisi), Görsel Efekt ve Yardımcı Erkek Oyuncu (Michael Chekhov) dallarında Oskar adaylığı, müzik dalında ödülü.

İleri okuma için:
Criterion makalesi (İngilizce): http://www.criterion.com/current/posts/223

Seçme replikler:
Mary (bir hasta): Bence tüm bunlar saçma.
Constance: Neler, Mary?
Mary: Psikanaliz… Bayıyor beni. Salak gibi kanepeye uzanıp her şeyi anlatmak... Benim aptal çocukluğumu dinleyerek bir yere varmayı sen de gerçekten ummuyorsun.
Constance: Emin misin? İlk başlarda tüm hastalarım beni baş belası olarak görürler.
Mary: Anlıyorum… Bilinçaltım direniyor. İyileşmemi istemiyor.
Constance: Kesinlikle... hastalığından keyif almaya devam etmek istiyor. Bizim işimiz, nedenini anlamanı sağlamak. Sana zarar veren bir şeyi neden yaptığını ve ilk kez ne zaman yaptığını anlarsan kendini iyileştirmeye başlayabilirsin.

Constance: İnsanlar sık sık yapmadıkları şeyler için suçluluk duyar. Genelde bunun temeli çocukluğa dayanır. Bir çocuk birilerinin başına kötü bir şey gelmesini diler, gerçekten bir şey olursa, buna kendisinin neden olduğuna inanır, suçluluk duyar. Aslında sadece bir hayal olan bir günahtan kaynaklanan bir vicdan azabıyla beraber büyür.
Bay Garmes (babasını öldürdüğünü düşünen hasta): Yani düşündüğüm şey gerçek değil mi?
Constance: Hayır, ve kendinizi çözümledikçe bunu siz de göreceksiniz.

John: Hatırlıyorum, Edwardes öldü. Onu ben öldürdüm ve yerine geçtim. Belleğim bomboş. Ben başka birisiyim, ama kimim hatırlamıyorum. Onu öldürdüm, Edwardes'ı. Hiçbir şey hatırlamıyorum, sanki aynaya bakıyorum ve kendimi göremiyorum. Ama bir şekilde biliyorum ki görüntü hala orada. Ben varım, oradayım. (…) Amnezyanın ne olduğunu biliyorum. Sağlığını korumak isteyen zihnin bir oyunu. Çok korkunç bir olayı hatırlamamak için bellek kaybı yaşarsın, ama bu sayede akıl sağlığını korursun. O korkunç şeyi kapalı kapılar ardına saklarsın.
Constance: O kapıyı açmamız lazım.
John: O kapının ardında ne olduğunu biliyorum: Cinayet…

John (terapi sırasında): Hayatım, bir itirafta bulunacağım.
Constance: Dinliyorum.
John: Bir doktor olarak sinir ediyorsun beni. Burada aşkından ölüyorum, bir soru soruyorsun… birden soğuyorum senden. Kendini beğenmiş, her şeyi bilen bir öğretmen gibi gülümseyerek oturmak zorunda mısın karşımda?
Constance: O konuda bir şey yapamam, analiz böyle olur. Doktor gerçekleri açığa çıkardıkça, hasta gelişme gösterdikçe, hastada doktora karşı bir nefret oluşur. İş ilerledikçe benden daha fazla nefret edeceksin.
John: Ve bu hoşuna mı gidecek?
Constance: Bir bilim adamı olarak, evet.
John: Sana çemkirsem, bunu başarı mı sayacaksın?
Constance: Evet, ama çok sert çıkışma.

John (terapi ilerledikçe): (Ordudan) Herhalde kaçtım, nefret ettim. Öldürmekten nefret ettim, o kadarını hatırlayabiliyorum.
Constance: Anlaşılan suçluluk yanılsaman askerlik görevinin zorunluluklarıyla alevlenmiş.
John (sinirlenir): Bırak şu Kral Süleyman pozlarını. Hiçbir manası olmayan ebleh laflar bunlar. Nefret ettiğim bir şey varsa o da ukala kadınlardır.
Constance (acı acı gülümser): Hayatım, daha yeni başlıyoruz. Çok sert girişme şimdiden.

Spellbound / Öldüren Hatıralar
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Senaryo: Ben Hecht (John Palmer ve Hilary St. George Sanders 'ın Francis Beeding adıyla yayımladıkları "The House of Dr. Edwardes" isimli romandan uyarlayan Angus MacPhail)
Yapımcı: David O. Selznick
Oyuncular: Ingrid Bergman (Dr. Constance Petersen), Gregory Peck (John Ballantyne), Michael Chekhov (Dr. Alexander Brulov), Leo G. Carroll (Dr. Murchison), Rhonda Fleming (Mary Carmichael), John Emery (Dr. Fleurot)
Gösterim tarihi: 1950
1945, ABD yapımı, 111 dakika

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder