Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

16 Ekim 2012 Salı

Rüya

Budizm’e göre insanlar asıl hayatlarını, “geldikleri ve sonunda gidecekleri” alemde yaşıyorlar, gerçek özgürlük orada mümkün. O özgürlüğe burada ulaşmanın tek yolu var: Başta benlik bağımlılığı olmak üzere tüm zincirlerden kurtulup aydınlanmak, “uyanmak”
IMDB: 6,5
Manalı Filmler: 9,0

Kim Ki Duk yine kıssa tadında ve etkisinde bir film yapmış... “Dream”, herhangi bir ülkede, herhangi iki kişi arasında geçebilecek bir öykü anlatıyor. Yapısı ve işlediği temalar dolayısıyla yönetmenin 2003’te kotardığı “Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring / İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve İlkbahar”a çok benziyor… O filmdeki tanımlamayla söylersek “dini olmayan” (seküler) toplumsal yapı içinde, aşkı, (sevginin değil) aşkın yol açtığı bağımlılık halini irdeleyen bir film… Dolayısıyla “İlkbahar…”daki Yaşlı Rahip’in şu cümlesi, “Rüya”nın karakterleri için de geçerli: “Şehvet sahiplenme arzusunu, o da öldürme güdüsünü uyandırır”…

Erkek onu terk eden sevgilisine aşkını/özlemini yansıtan düşler görüyor. Kız ise uyurgezer, Erkek’in rüyalarını yaşıyor, nefret ettiğini söylediği, terk ettiği eski sevgilisinin evine gidiyor, onunla sevişiyor vs... Kız’ın Doktoru aralarındaki bağa dikkat çekiyor, hatta “Siz Bir’siniz” diyor ve sevgili olmalarını öneriyor. Erkek hala eski kız arkadaşını sevdiğini belirtiyor, Kız da istemiyor. Birlikte olmak yerine, Erkek’in rüyalarına ve/veya Kız’ın bilinçsiz eylemlerine bir son vermeye çalışıyorlar. Aynı mekanda nöbetleşe uyumaktan, Erkek’i uyanık tutmaya veya Kız uykusunda gidemesin diye kelepçe kullanmaya kadar varan hiçbir yöntem, sürüklendikleri trajik sonu engelleyemiyor. Önce cinayet geliyor ve ardından insanın kendine uygulayabileceği en büyük şiddet eylemi…

İsimleri kullanmadan özetleyince, hikayenin, hemen her dinsel kültürde rastlanan, fakat özellikle Budizm’de çok yaygın olan küçük öykülerle benzerliği daha iyi anlaşılıyor. Belirli ahlaki veya dini davranış biçimlerini, erdemleri veya ilkeleri insanlara aktarmak için kullanılan örnek hikayelerle aynı yapıda; seyircinin “hisse” çıkarması için ustaca düzenlenmiş, sinema filmi formatında bir “kıssa”…

Kim Ki-Duk, -artık- çok usta bir senarist ve yönetmen olduğu içindir ki, elindeki formatın imkanlarından (örneğin sürenin uzun oluşundan) yararlanarak filmini “kıssalar resmi geçidine” dönüştürmeyi başarıyor. Kıssa, yapısı gereği felsefi bir meseleyi işlediğinden, aşkla ve ikili ilişkilerle ilgili çok sayıda kıssa üretmek ve bunları anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde düzenleyebilmek hiç de kolay bir iş değil. Tüm bu kıssaları artarda dizerek, hem Budizm’deki “özgürlük” kavramına, hem de kendi film teorisine uygun bir “ana kıssa” kurması ise gerçekten inanılması güç bir başarı.

Kim Ki-Duk’un, çeşitli röportajlarında da dile getirdiği kişisel film anlayışını, Doktor kelimelere döküyor: “Siyah ve beyaz aynıdır”. Yani “karşıt” olarak algıladığımız her şey (kadın ve erkek, ışık ve karanlık vs) aslında tek bir şeyin iki veçhesidir, biri olmadan, diğeri de var olamaz... Her veçhe “karşıtını” da içinde barındırır, ihanete uğrayan aldatmaya, terk edilen terk etmeye yakındır, birinden ötekine dönüşebilir. Filmin ilk bölümlerinde Kız’ın kostümünde ve evinin dekorasyonunda beyaz, Erkek’inkilerde ise siyahı kullanan yönetmen, hikayenin en ciddi yol ayrımında (tarladaki dörtlü sahne) ana karakterleri bu kez ters renklerde giydirerek, özetlemeye çalıştığım “bir ve aynı olma” özelliğini perdeye renklerle de yansıtıyor.

Ayrıca Budist literatürde beyaz renk bilgeliğin, siyah ise şefkatin simgesi. Dolayısıyla o replik, bilgelik ve şefkatin aynı olduklarını da vurguluyor. Şu da doğru: Bilgelik azsa, şefkat de azdır… Yani: Her kim ki öfke, nefret vb şefkate karşıt duygularla doludur, o kişi, bilgelikten de yoksundur, yani “hayat cahili”dir.

Aynen Erkek ve Kız gibi… Doktor’un sunduğu bilgeliği anlamaya bile çalışmıyor, kendi çözümleri işe yaramadığında ise birbirlerini suçluyor ve yönetmeye kalkışıyorlar: “Hala bu fotoğrafları atamadığın için eski sevgilini rüyalarında görüyorsun” vb eleştirel replikler havada uçuşurken, birbirlerine uygulanması imkansız emirler vermekten de geri durmuyorlar: Kız Erkek’e “Öyleyse uyuma” diye bağırıyor ve hatta Erkek, Kız’a -uyurgezer olduğunu bildiği halde- “Eski sevgilinin evine gitme” diyor.

Kahramanlarının otomatikman bir arada durmak zorunda kaldıkları bir öykü geliştiren Kim Ki-Duk, bir arada olmanın “birlik bilinci” geliştirmeye yeterli olmadığını, o bilinç seviyesi için bilgeliğin gerektiğini vurguluyor. Ana karakterlerin bilgeliğe (ve dolayısıyla şefkate) ulaşamamalarının temel nedeni ise kendilerini sevmemeleri. Sadece muhataplarına değil, kendilerine de şiddet uyguluyorlar: Örneğin Erkek uyumamak için koyu kahve içmek gibi yöntemleri kullanmıyor, ayaklarına çekiçle vurmak ona daha normal geliyor, çünkü aslında kendini cezalandırmaya çalışıyor.

Erkek ve Kız arasında aşk ilişkisi kurulduğunda Kim Ki-Duk, ilişkinin temel özelliğinin “karşılıklı bağımlılık” olduğunu sevgilileri birbirlerine kelepçeleyerek vurguluyor. Kullandığı bir başka görsel öğe ise kelebek... Erkek’in kıza verdiği kolyede (ve finalde) karşımıza çıkan bu narin ve kısa ömürlü hayvanın bahsinin, ilk kez filmin Budist tapınak sahnesinde geçmesi çok anlamlı çünkü literatürde önemli bir yeri var. Çok ünlü mesellerden biri şöyle: “Ben mi gördüm kelebek olduğumu düşümde, yoksa ben olduğunu düşleyen kelebek mi?”

Budizm’e göre insanlar asıl hayatlarını, “geldikleri ve sonunda gidecekleri” alemde yaşıyorlar, gerçek özgürlük orada mümkün. O özgürlüğe burada ulaşmanın tek yolu var: Başta benlik bağımlılığı olmak üzere tüm zincirlerden kurtulup aydınlanmak, “uyanmak”…

Çünkü dünyadaki hayat bir “Rüya”…

Sinema, Aralık 2008

Bi-mong – Dream / Rüya
Kurgu, senaryo ve yönetim: Kim Ki-Duk
Yapımcılar: Kim Ki-Duk, Song Myung-chul, David Cho, Kai Naoki
Oyuncular: Jo Odagiri (Jin), Na-yeong Lee (Ran), Mi-hie Jang (Doktor), Tae-hyeon Kim (Ran'ın eski sevgilisi), Ji-a Park (Jin'in eski sevgilisi)
2008 Güney Kore yapımı, 95 dakika
Gösterim tarihi: 31 Ekim 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder