Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

25 Aralık 2016 Pazar

Sisteki Goriller


Önemli bir bölümü dağ başında, perdede bile nadiren görebildiğimiz büyüleyici doğal ortamlarda geçen, hayli başarılı, çok ilginç ve hoş bir seyirlik. Ayrıca hem doğa bilincinin gelişmesi, hem de doğa-insan ilişkisi bakımından seyircinin ufkunu açıyor, ona ilham veriyor 

Tamer Baran

IMDB: 7.0
Rotten Tomatoes: %82
Manalı Filmler: 9.0

Çok değil 40 yıl kadar önce bazı “uygar” ülkelerin “gelişmiş” insanları, ofis veya evlerinde kül tablası olarak goril pençesi kullanmaktan, duvarlarına goril kafası asmaktan hoşlanırlarmış. Sadece Afrika’da yaşayan dağ gorillerinin neslinin tükenmesine ramak kalmasının asıl nedeni buymuş.
Bunları “Sisteki Goriller” filminden öğrenmek mümkün. Dian Fossey isimli olağanüstü kadının hayatını anlatıyor, 6 aylığına gittiği Ruanda’da geçen 18 yılının özeti.
Dian’ın görevi gorilleri saymak, fakat zamanla onlardan etkilenmeye başlıyor, kendine özgü yöntemler geliştirerek onlarla yakınlaşmayı başarıyor. Ondan evvel hiç kimse o gorillerle arkadaş olmamış, özelliklerini insanlığa anlatmamış, haliyle Dian, hala önemli bir bilim insanı, öncü zoologlardan biri…
Ama Dian’ın başarısı bununla da sınırlı kalmıyor, yetkilileri de ikna ederek, önlemler alınmasını sağlayarak kaçak avlanmayı ciddi biçimde engelliyor. Sözün kısası o dağ gorilleri türlerinin devam edebilmesini Dian Fossey’ye borçlular.
Bilim insanları çeşitli maymun türlerini, ama özellikle dağ gorillerini anlamanın insanoğlunun geçmişini açığa çıkarabilmek açısından çok önemli olduğuna inanıyorlar. Dolayısıyla Fossey tüm insanlığa hizmet etmiş, çok özel bir insan.
Tecrübeli yönetmen Michael Apted’ın her zamanki ustalığıyla çektiği film, çok önemli bir bölümü dağ başında, perdede bile nadiren görebildiğimiz büyüleyici doğal ortamlarda geçen, hayli başarılı, çok ilginç ve hoş bir seyirlik. Ayrıca hem doğa bilincinin gelişmesi, hem de doğa-insan ilişkisi bakımından seyircinin ufkunu açıyor, ona ilham veriyor.
Fossey’i tanımak zaten büyük kazanım. Bu rol için Weaver’ın seçilmesi boşuna değil, Dian çok güçlü bir kişilik, tutkulu, inatçı, kolay yıkılmayan biri (zaten hiçbir şekilde yolundan döndüremedikleri için öldürmüşler kendisini). Başka bir mesleği varken, tamamen tutkusu yüzünden uygarlıktan uzaklaşıp 18 yılını dağda geçirmesi, kendini gorillere ve insanlığa böyle adayabilmesi çok etkileyici.
Çevre bilinciyle kotarılmış filmler az izlendikçe, “Planet Of The Apes / Maymunlar Cehennemi” gibi korku merkezli, insanın doğanın efendisi olduğu bilinciyle yapılmış eserler daha da popüler oluyor. Ve maalesef insanoğlu, kendini dünyanın efendisi sanarak yaşadıkça gezegeni tüm canlılar için cehenneme çeviriyor.
Sen de bir insansın sevgili okur; sadece bu nedenle bile olsa izlemen gerekir bu filmi.
Ödülleri:
En İyi Senaryo, Kadın Oyuncu, Ses, Kurgu ve Müzik (Maurice Jarre) dallarında Oskar’a aday oldu, Kadın Oyuncu ve Müzik dallarında Altın Küre kazandı.
Meraklısına:
2008’de iki önemli TV kanalı, PBS ve BBC konuyla ilgili iki belgesel hazırladı. Her ikisi de Titus isimli gümüş sırtlı gorilin hayatını anlatıyordu. Titus 1974’te, henüz iki aylıkken Fossey tarafından isimlendirilip kaydedilmiş ve 33 yıllık hayatında, tamamı insanlardan kaynaklanan felaketler, dramlar, acılar yaşamış bir hayvan. Dünyanın en ünlü gorili…

İnsanın doğayla ilişkisi hakkında ciddi bilgi içeren, neden yanlış yolda olduğumuzu ustaca açıklayan, “İsmail” adında harika bir roman var, hararetle öneririm. Meraklısı hatırlayacaktır, ana karakteri Fossey benzeri bir bilim insanı olan “Instinct / İçgüdü” (Jon Turteltaub, 1999) filmi o kitaptan hareketle yapılmıştı.
Apted doğa-insan ilişkisine dair ilginç veriler içeren iki film daha yönetmişti: “Nell” (1994) ve “Şimşek Yürek” (1992).
Filmde oynadıktan sonra Weaver, Fossey’in kurduğu vakıf (Dian Fossey Gorilla Fund) yararına çalışmaya başlamış, halen vakfın Onursal Başkanı. 2006’da ise BBC’nin teklifiyle filmin çekildiği bölgeye tekrar gitmiş, “Gorillas Revisited” belgeselinin yapımına katılmış. 

Açık Gazete, 23 Aralık 2011

Gorillas in the Mist: The Story of Dian Fossey / Sisteki Goriller
Yönetmen: Michael Apted
Senaryo: Anna Hamilton Phelan (Dian Fossey'in kitabı ve Harold T.P. Hayes'in makalesinden)
Yapımcılar: Terence A. Clegg, Arne Glimcher
Oyuncular: Sigourney Weaver (Dian Fossey), Bryan Brown (Bob Campbell), Julie Harris (Roz Carr), John Omirah Miluwi (Sembagare), Iain Cuthbertson (Dr. Louis Leakey),
1988 ABD yapımı, 129 dakika.
DVD firması: Tiglon / Warner Home Video

4 Aralık 2016 Pazar

Can Dostum

Bu anlamda “Can Dostum” hiçbir süprizi olmayan, gayet sıradan bir film. İyi yazılmış, çekilmiş ve oynanmış, ama çok da yüzeysel. Traş sahnesi veya yamaç paraşütü sekansı gibi hoş anlar içeriyor ama bu yönetmenlerin sonraki eserlerini heyecanla beklememize yol açacak bir özelliği de yok.

Tamer Baran

IMDB: 8,6 (38. sırada)
Rotten Tomatoes: % 80
Manalı Filmler: 8,0

Bir sanatçının çok popüler olması, hele hele ününü yıllarca koruyup farklı kuşaklara da kendini sevdirebilmesi için iki şart gerekir: Hem zanaatçı, hem de sanatçı olarak belli bir seviyenin üstüne çıkabilmesi ve ait olduğu toplumun bilinçaltında bir karşılığı bulunması… Aynı şekilde bir eserin çok popüler olması da benzer şartlara bağlıdır, ama bunlar içinde en önemlisi toplumsal bilinç ve bilinçaltına denk düşmesidir.

“Can Dostum” ülkesi Fransa’da 20 milyona yakın bilet keserek gişe rekorlarını alt üst etti (halen gelmiş geçmiş en yüksek  gelire sahip ikinci film konumunda). Her öğesiyle “kendini iyi hisset” filmi olarak düzenlendiği için insanların bilincinde hangi özleme karşılık geldiği belli: Sağlam, hiç kimsenin veya hiçbir gücün bozamayacağı bir dostluk kurma isteği… Böylece onaylanmak, hiç olmazsa bir kişinin sizi tanıması, özelliklerinizi, beğenilerinizi öğrenmesi, anlaması… Sosyal bilinçaltındaki yeri ise daha ilginç: Belli ki Fransızlar bir uzlaşma ve ateşkesin, hatta mümkünse toplumsal barışın yakıcı özlemini duyuyorlar.

Filmin iki ana karakteri bu “çatışan” iki kesimin simgesi: Ülkeyi yöneten, toplumsal sorunları çözemeyen, hatta çoğunlukla onların kaynağı konumunda olan burjuvaziyi temsil eden Philippe, çok zengin bir beyaz (boynundan aşağısı felçli olduğu için tekerlekli iskemlede yaşaması bu açıdan çok ilginç). Onun bakımını üstlenen, ona yarenlik eden Driss ise varoşlarda büyümüş, suça bulaşmış, Senegal kökenli bir zenci (2007’de Paris’i alt üst eden kişiler gibi o da “dış kökenli”). Ama özünde iyi biri, hümanist ve dost canlısı… Muhteşem bir evde yaşayan Philippe, sınıfının tipik özelliklerine sahip: Örneğin sanattan anlıyor, resim koleksiyonu yapıyor. Driss ise birlikte gittikleri operada kahkahalarını tutamıyor, Beethoven veya Mozart yerine Earth, Wind & Fire dinlemeyi yeğliyor. Ona göre iyi müziğin temel şartı dans etme imkanı vermesi.

Dans (hızlı araba kullanmak, kadınlara kur yapmak vs ile birlikte) Driss’in yaşamayı çok seven biri olduğunu gösteriyor. Aralarında sağlam bir dostluk kurulmasını sağlayan da bu: Driss patronunu güldürüyor, yaşamına heyecan katıyor, içindeki yaşama sevincinin tekrar alevlenmesini sağlıyor…

Bu tür bir öykünün seyircinin hoşuna gitmesi doğal. Hele de filmin başında “gerçek olaylardan alınan ilhamla yapıldığı” yazıyor ve arka jenerikte gerçek kişiler de gösteriliyorsa. Fakat yönetmenler bununla da yetinmemiş, gişe başarısını garantilemek amacıyla iki önemli tedbir almışlar: Hastabakıcı karakterini zenci yapmışlar ve romantik komedi şablonlarını dostluğa uygulamışlar. Zıt özelliklere sahip iki kişi tanışıyor, ilk başta biraz didişiyor, zamana yakınlaşıyor, birbirlerini çok seviyorlar. Her şey harika giderken ayrılmaları gerekiyor, derken tekrar buluşuyorlar.

Bu anlamda “Can Dostum” hiçbir sürprizi olmayan, gayet sıradan bir film. İyi yazılmış, çekilmiş ve oynanmış, ama çok da yüzeysel. Traş sahnesi veya yamaç paraşütü sekansı gibi hoş anlar içeriyor ama bu yönetmenlerin sonraki eserlerini heyecanla beklememize yol açacak bir özelliği de yok.

Dolayısıyla filmin asıl güzelliği, Fransızların kalbini fethetmesi. Herhangi bir manası olmayan aksiyonlar veya yeni yetmelere seslenen basit komediler yerine böyle bir dostluk filminin gişe şampiyonu olması, doğaldır ki insanı mutlu ediyor.

Açık Gazete, 25 Mayıs 2012

Intouchables / The Intouchables / Can Dostum
Senarist ve yönetmenler: Olivier Nakache, Eric Toledano
Yapımcılar: Jean-Jacques Annaud, John H. Williams, Iain Smith
Oyuncular: François Cluzet (Philippe), Omar Sy (Driss), Anne Le Ny (Yvonne), Audrey Fleurot (Magalie), Clotilde Mollet (Marcelle), Alba Gaïa Kraghede Bellugi (Elisa)
2011 Fransa yapımı, 112 dakika
Gösterim tarihi: 11 Mayıs 2012
DVD firması: Calinos

1 Aralık 2016 Perşembe

Aklım Karıştı

Fakat “One Flew Over The Cuckoo's Nest / Guguk Kuşu”ndaki “sistem karşıtı” duruş bunda yok, tersine buradakiler –Lisa bile- daha yumuşak, daha uyumlu tipler. Nitekim Susanna bir noktada direnmeyi bırakıp sistemle uzlaşıyor ve sonunda evine geri dönmeyi başarıyor.


Tamer Baran

IMDB: 7.93
Rotten Tomatoes: % 54
Manalı Filmler: 8.5

Bu filmi kısaca şöyle tanımlamak mümkün: “90’lı yılların ‘Guguk Kuşu’…”
Çünkü Mangold’un filmi de, bir akıl hastanesinde yaşananlara “içeriden” bakıyor, yani yaşananları hastaların gözünden anlatıyor.
Ötekinden farklı olarak burada hastalar genç kızlardan oluşuyor; yani daha gürültülü, şenlikli, belli açılardan daha ilginç bir ortam var. Biraz da bu nedenle olsa gerek, bu senaryo, selefine kıyasla, ana karakter dışındaki hastaların geçmişleri ve hastalıklarıyla daha fazla ilgilenmiş; yan kişilikler daha derinlikli.
Fakat “One Flew Over The Cuckoo's Nest / Guguk Kuşu”ndaki “sistem karşıtı” duruş bunda yok, tersine buradakiler –Lisa bile- daha yumuşak, daha uyumlu tipler. Nitekim Susanna bir noktada direnmeyi bırakıp sistemle uzlaşıyor ve sonunda evine geri dönmeyi başarıyor.
Selefinden felsefi anlamda daha yoksul, ama psikolojik derinlik bakımından daha zengin bir film bu. Ana karakteri Susanna değil de Lisa olsaydı, belki bu filmin muhalif tavrı daha güçlü olabilirdi.
Takvimler 1975’ten 99’a ilerlerken sinemada teknik ilerleme coştuğu için bu film o alanda selefinden üstün; ses ve görüntü çok daha kaliteli ve net. Ve tabii ki “tipik Holivud” ürünlerinden olduğu için çok özenilmiş bir sesbandı da var: 1960’ların Rock gruplarının birbirinden ünlü eserlerine Doris Day, Skeeter Davis, Aretha Franklin gibi unutulmaz seslerin şarkıları eşlik ediyor, harikulade bir derleme yapılmış.
Kuşkusuz yönetmenler arasında da fark var: “Heavy” ile başarılı bir çıkış yapıp ardından adeta modern bir klasik olarak kabul gören “Cop Land / Güçlüler Bölgesi”ni yöneten Mangold, tabii ki çok yetenekli bir sanatçı. En son “Knight and Day / Gece Ve Gündüz” ile hayal kırıklığı yaratsa da filmografisi birbirinden başarılı ve hayli önemsenen filmlerle dolu: “Identity / Kimlik”, “3:10 To Yuma” ve unutulmaz Johnny Cash biyografisi “Walk the Line / Sınırları Aşmak”… Fakat henüz bir Milos Forman seviyesinde değil…
Zaten iki film arasındaki farkı asıl yaratan da rejisörleri… Mangold tüm enerjisini Holivud’un 100 yılda geliştirdiği ve çok ustalaştığı anlatım biçimlerine, şablonlara harcamış, “eli yüzü düzgün” bir film yapmaya çalışmış. Bu hedefe büyük bir başarıyla ulaşmış olsa da sonuçta attığı taş, koştuğu mesafe bu kadar. “Guguk Kuşu” ise Holivud veya başka bir ekolün kurallarını, yaklaşımını hiç umursamayan, farklı anlatım biçimlerini kendi kişisel tarzı haline dönüştürmüş bir gerçek yaratıcının, bir büyük yönetmenin işi. O filmdeki adeta içten içe fokurdayan çılgın enerjinin varlığı ancak Forman adıyla açıklanabilir (Sonuçta hayli trajik bir hikaye anlatsa da mesela “Amadeus”ta da vardır aynı enerji). Belki bunun kökenini de –“Goya's Ghosts / Goya'nın Hayaletleri” yazısında bahsettiğim- yaşam öyküsünde bulmak olası. Nazi ve Sovyet işgallerini görmüş o ömür, o her şeye rağmen yaşama dürtüsü ve özgürlük aşkı, “Guguk Kuşu”na damgasını vurmuş. “Aklım Karıştı”nın bu anlamdaki yetersizliği çok belirgin ve filmin en zayıf yönü de bu.
Haksızlık etmeyeyim: Tek zayıf yönü bu…
       
Ödülleri:
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oskar ve Altın Küre (Jolie)
Ayrıca 3 ödül ve 8 adaylık

Meraklısına:
Filme kaynaklık eden kitabın ismi Johannes Vermeer’in bir tablosunun adından esinlenmiş: "Girl Interrupted at her Music".

Açık Gazete, 20 Ocak 2011

Girl, Interrupted / Aklım Karıştı
Yönetmen: James Mangold
Senaryo: James Mangold, Lisa Loomer, Anna Hamilton Phelan (Susanna Kaysen'in aynı adlı kitabından)
Yapımcılar: Cathy Konrad, Winona Ryder, Douglas Wick
Oyuncular: Winona Ryder (Susanna Kaysen), Angelina Jolie (Lisa Rowe), Whoopi Goldberg (Valerie Owens), Brittany Murphy (Daisy Randone), Clea DuVall (Georgina Tuskin), Elisabeth Moss (Polly Clark), Vanessa Redgrave (Dr. Sonia Wick), Jared Leto (Toby Jacobs)
1999 ABD, Almanya ortak yapımı, 127 dakika
DVDfirması: Tiglon / Sony Pictures Home Entertainment

16 Ekim 2016 Pazar

Stranger Things

Dizinin yaratıcılarının esin kaynakları bir hayli fazla, fakat zaten hiçbirini gizlemiyor, aksine çok sayıda gönderme ile selamlıyorlar. En çok ilgilendikleri kaynak ise bir zamanlar çok sevilen Stephen King romanları ve onlardan uyarlanan filmler…

Tamer Baran

IMDb: 9.0
Manalı Filmler: 9,5

Bu dönemin başka sevilen dizileri gibi “Stranger Things” de harika bir fikir üzerine kurulu: 1970 ve 80’lerin sevilen bazı filmlerinin tema ve atmosferini küçük ekrana taşımak, seyirciyi (en azından belli türde filmlere bayılanları) o döneme götürmek…

Dizinin yaratıcılarının esin kaynakları bir hayli fazla, fakat zaten hiçbirini gizlemiyor, aksine çok sayıda gönderme ile selamlıyorlar. En çok ilgilendikleri kaynak ise bir zamanlar çok sevilen Stephen King romanları ve onlardan uyarlanan filmler… Onun pek çok romanında rastladığımız türde karakterler, küçük kasaba yapısı, boşanmış aileler ve tabii ki telekinezi, telepati, CIA’in gizli deneyleri gibi temalar burada da var (Diziyi izlerken özellikle “Firestarter / Tepki” ve “Stand by Me / Benimle Kal”ı anımsadım. Ayrıca: Morg görevlisi “Kujo” romanını okuyor, 6. bölümde bir karakter yaşanılanları King romanlarına benzetiyor vs.)  

“Evil Dead / Kötü Ruh” esini sadece Jonathan’ın odasındaki posterden değil, bazı sahnelerin/buluşların tıpatıp benzemesinden de anlaşılıyor. Şerif Jim Hopper’ın adı ise “Predator” filminden geliyor. “The Thing / Şey” filminin afişi de birkaç kez görünüyor. Ki zaten filmin müzikleri Carpenter’ın çalışmalarını çok andırıyor.

Arkadaşım Kaan Ege’nin belirttiği gibi Spielberg filmleri bir başka önemli kaynak. Örneğin Hawkins ilçesinin güvenlik teşkilatı aynen “Jaws” filmindeki gibi giyiniyorlar. Fakat Spielberg bağlantısı daha geniş: Duffer Kardeşler’in başta “E. T.” Ve “Jurassic Park” olmak üzere, özellikle çocukların başrolde olduğu Spielberg filmlerini çok iyi etüt ettikleri belli.

Dizinin bu kadar beğenilmesini sadece atmosfer ve temalarına bağlamak tabii ki haksızlık olur. Başta David Harbour olmak üzere hemen tüm oyuncular (özellikle çocuklar) çok başarılı, reji ana akım sinemanın parlak bir örneği, teknik kalite ise çok üst seviyelerde…

Meraklısına:
IMDb’nin bildirdiğine göre The Duffer Brothers, King’in “It / O” romanını tekrar uyarlamak istemişler, reddedilince bu diziye çalışmaya başlamışlar.

3. bölümde, Şef Hopper kütüphanede araştırma yaparken MKULTRA projesinden söz ediliyor ki bu isim, CIA’in telekinezi vb zihin kontrolü araştırmalarını konu alan projenin gerçek adıymış.

Nancy karakterinin kostümü, saçı vs “Nightmare on Elm Street / Elm Sokağında Kâbus” filmindeki karakterle aynı imiş ki oradaki kızın adı da Nancy.

Stranger Things

Yaratıcılar: Duffer Kardeşler
Oyuncular: Winona Ryder (Joyce), David Harbour (Jim Hopper), Dacre Montgomery (Billy), Finn Wolfhard (Mike), Millie Bobby Brown (Eleven/Onbir)
2016 ABD yapımı, 55 dakika, ilk sezon: 8 bölüm.


14 Mayıs 2016 Cumartesi

Enayi

IMDb: 8.0

Metascore: %83

Manalı Filmler: 9.0
Yuriy Bykov, nakavt yumruğu sertliğinde bir filmle seyircinin karşısında. Üstelik o Rusya’dan söz ediyor ama bu işler gelişmemiş diğer bölgelerde, örneğin ülkemizde de aynı çirkinlikte yaşanıyor. Bunu bilmek filmi hazmetmeyi zorlaştırıyor ama öte yandan Bykov’a hayranlığımızı da artırıyor.

Tamer Baran

Sanki Dostoyevski tekrar Rusya’da enkarne olmaya karar vermiş, ama bu kez edebiyatla değil, sinemayla uğraşmayı tercih etmiş.

Bykov’u büyük ustaya benzetmemin tek nedeni bu filmin adının ve ana karakterinin ünlü “Budala” romanını çağrıştırması değil. Bundan bir önceki filmi “Komiser / The Mayor” gibi “Enayi” de bir romanından uyarlandığını sanabileceğiniz kadar Dostoyevski temalarıyla yüklü. “Ezilenler”deki yoksul, cahil insanlar, “Suç VeCeza”daki ahlaksızlık üzerine servet biriktirenler vs, hepsi var bu filmde.

Komiser” bir günde geçiyordu, “Enayi” ise tüm bir geceye yayılıyor. İlkinde devlet içi yozlaşma gündemdeydi, bu kez “kötüler” küçük bir kasabanın belediyesindeki üst düzey yöneticiler. Daha önce o sorunlu binanın tadilatı için ayrılan bütçeyi cebine atan Fedotov ve onun bu yaptığına göz yuman arkadaşları, hatta bizzat Başkan… Çünkü tüm bu yöneticilerin ortak özellikleri var: O döküntü binalarda yaşayan yoksulları zerre umursamıyorlar ve “gemisini kurtaran kaptan” anlayışıyla hareket ediyorlar. Artık iyice de yüzgöz olmuşlar, örneğin Fedotov, hastane yöneticisine: “Allah beni senin ameliyat masana düşürmesin, böbreğimi çıkarır, birilerine satarsın” diyebiliyor, muhatabı ise sakin sakin votka içmeye devam ediyor… Filmin ana karakteri tesisatçı Dima’nın tesadüfen keşfettiği dev çatlak, onun iddia ettiği gibi 9 katlı binayı yıkar ve orada kalan 820 kişinin ölümüne neden olursa tüm bu yöneticilerin hayatı mahvolacak. O nedenle harekete geçmek zorunda kalıyorlar. Çözüm arayışları aralarından birilerinin namlu önüne atılmasına kadar varıyor…

Sözün kısası: Bir kez daha Yuriy Bykov, nakavt yumruğu sertliğinde bir filmle seyircinin karşısında. Üstelik o Rusya’dan söz ediyor ama bu işler gelişmemiş diğer bölgelerde, örneğin ülkemizde de aynı çirkinlikte yaşanıyor. Bunu bilmek filmi hazmetmeyi zorlaştırıyor ama öte yandan Bykov’a hayranlığımızı da artırıyor.

34. İstanbul Film Festivali'nde gösterilen filmin 15 ödül ve 10 adaylığı bulunuyor.

Seçme replikler:
Fedotov: "Bütçe verdiklerinde inşa edecektin. Ama sen çok açgözlüydün!"
Belediye Başkanı: "Paranın yarısını bölge yönetimine yediriyorum! Yarısını! Parlamentodaki herkes anca tatil yapıyor! Arabaları, apartmanları, yazlıkları, altınlarla süslü karıları var. Onlara karşı gelecek olursan bir kuruş bile vermezler. (...) Hâl böyle olunca nasıl hayatta kalıp çocuklarımı yetiştireceğim? Sürekli stres altındayım. 90'lı yıllarda diken üstündeydim. Ki hâlâ öyleyim. Bir şey olduğunda suçlu ben oluyorum. Vergi, askerî, seçim planlarını ben veririm. Yarın beni hapse de tıkabilirler, kafamı da okşayabilirler. Normal bir insan gibi yaşamak istiyorum!"

Belediye Başkanı (Hastane yöneticisine): “Sen ise yakında herkesi seninle birlikte
soğuk algınlığından öldüreceksin. Tentürdiyot falan filan, ne var ne yok çalıyorsun! Hastane için yeni malzemeler aldım ama sen yarısını sattın. Kim bilir kime sattın. Yardım etmeseydim, insanlar şifalı bitkilerle tedavi olurdu.”

Polis şefi: “Ben Rus'um. Kendimi rüşvet almaktan alıkoyamıyorum.”
Fedotov: “Sen başka bir dünyadan mı geldin? Başka biri olsa umursamaz ve evine uyumaya giderdi. Ne diye umurunda ki?”
Dima: “İnsan olduklarından.”
Fedotov: “Ne insanı be? Onlar pislik! Çöpler! Belki de orada gebermeleri en iyisi.”
Dima: “Çocukların da mı?”
Fedotov: “Ot içip, çatılarda birbiriyle oynaşan aşağılık çocuklar mı? Büyüyünce ne olacaklar? Büyüyünce ne halt olacaklarını bana söylesene!”

Durak / The Fool / Enayi
Senaryo ve yönetim: Yuriy Bykov        
Oyuncular: Artyom Bystrov (Dima Nikitin), Natalya Surkova (Başkan Nina Galaganova), Yuriy Tsurilo (Bogachyov), Boris Nevzorov (Fedotov)
Yapımcı: Aleksey Uchitel
2014 Rusya yapımı, 116 dakika