IMDB: 6.6
Rotten Tomatoes: % 35
Manalı Filmler: 8.5
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
“Bakış Açısı” bu cümleyi çeşitli kereler düşünmemizi sağlıyor: Örneğin Ajan Barnes meydana bakan odalardan birinde tülün kıpırdadığını görünce orada biri var sanıyoruz, sonra açık unutulmuş bir vantilatörün perdeyi oynattığı bilgisi geliyor. Film ilerliyor, bu kez de terörist grubun lideri Suarez’in uzaktan kumanda ederek o vantilatörü çalıştırdığını görüyoruz, amacı Barnes’ı meşgul etmekmiş…
Seyirci defalarca ters köşeye yatıyor, sonunda pes ediyor, filmin sunduğu gerçekliği almaya hazır hale geliyor.
Zaten ilk kısım, gerçekliğin sunulma biçiminin seyirciye anımsatılmasına ayrılmış: TV’de izlediğimiz her haber, gerçekliğin belli kısımlarının kaydedilmesi ve tekrar düzenlenmesiyle oluşuyor, farklı biçimde düzenleyerek aynı görüntülerden (aynı gerçeklikten) farklı anlam çıkarılmasını sağlamak mümkün. Film tam olarak bunu yapacağını, çünkü gerçeğin algılanma ve aktarılma biçimleriyle ilgilendiğini ilk dakikalarında açıkça belirtiyor.
İlk bölümünde film, seyircinin TV haber programı yapımcısı Rex’le özdeşleşmesi ve -hep olduğu gibi- gördüklerini “gerçekmiş gibi” izlemesi için elinden geleni yapıyor, ama o bölüm bittiğinde, gösterdiği her şeyi başa sarıyor ve bu kez Barnes’ın bakış açısıyla izletiyor. Bu ikinci kısmı izlerken artık seyircinin Rex’le özdeşleşmesine imkan yok. Dolayısıyla film, tam 6 kez bir gerçeklik oluşturuyor ve yıkıyor, böylece seyirciyi alt üst ediyor (en azından filme “direnmeyen” kişileri).
Üstelik aynı olayı 6 ayrı “görme noktası”ndan, Rex, Ajan Barnes, İspanyol sivil polis Enrique, Amerikalı turist Howard, Başkan Ashton ve teröristlerin “ana kahraman” olduğu 6 ayrı kısa film gibi izletiyor (“Tanrısal” denen genel bakış açısıyla kotarılmış yedinci film her şeyi toparlıyor)…
Özdeşleşmenin kurulup yıkılması şart çünkü filmi gerçekleştirenler tüm ana karakterlere eşit mesafede durmayı yeğlemiş ve bu tavrın gereğini yerine getirmişler. Diyelim ki Enrique’in ana kahraman olduğu bölümde, diğer kahramanlar da dahil olmak üzere herkes ve her şey “Enrique’in filmi”ne hizmet ediyor.
Aynı hikayenin örneğin sadece Barnes’ın kahraman olduğu bir öyküleme tekniğiyle anlatılabileceği belli. Öyle yapılmış olsa, diyelim ki Howard’ın ifadesi alınırken onun gördükleri geriye dönüş sahneleriyle verilse (yani daha sıradan bir film yapılsa) filmi gerçekleştirenlerin işi çok kolaylaşırdı: Örneğin Ashton’ın vurulmasını, meydanın değişik bölümlerine 8-10 kamera yerleştirerek çeker, böylece aynı sahnenin değişik açı ve/veya objektifle çekilmiş 8-10 görüntüsünü elde eder, ve bunları kurguda kullanırlardı (tüm büyük bütçeli filmler böyle yapar zaten). Büyük ihtimalle bu durum Salamanca’daki Plaza Mayor’un bir benzerinin Meksika’da inşa edilmesi gibi masraflardan da kurtaracaktı yapımcıları. Fakat böyle yapsalardı, ayrı açılardan da görünse hep aynı şey oynayacaktı perdede (bir golün farklı açılardan yinelenmesi gibi).
“Bakış Açısı”nda ise her seferinde farklı görüntü var. Sadece açı değil; ışık, objektif, kullanılan film, kamera hareketi vb unsurlar farklı kılınarak, birbirinden değişik planlar elde edilmiş, seyirci üzerinde birbirinden farklı etkisi olan planlar… Örneğin Başkan’ın meydana girdiği anı içeren sahnelerde, onu alkışlayan kalabalık her seferinde aynı, ama o kişileri, seyircinin Ashton’ın başrolde olduğu bölümde sevimli, sevgi dolu, Barnes’ın gözünden gördüğünde ise şüpheli, tehditkar algılaması sağlanmış (o karakterlerin gerçekliği öyle olduğu için), hatta oyuncular kahraman ya da yan karakter olmalarına göre farklı farklı oynatılmış.
Filmin yaptığı en büyük hizmet de bu: Görme hakkında düşünmemizi sağlıyor ki bu da bizi gerçeğin ne olduğu sorusuna götürüyor: Yarın akşam TV’de ana haber bülteninde Başkan Bush’un suikaste uğradığını görürsek, belki de kendisinin değil, dublörünün öldüğü geçmeyecek mi aklımızdan? Bir sonraki Bin Ladin videosunda, ekranda tehditler savuran kişiye bakarken onun belki de bir oyuncu olduğunu, Bin Ladin diye birinin belki de var olmadığını düşünmeyecek misiniz? “Wag the Dog / Başkanın Adamları”nda anlatıldığı gibi, aynı işlemleri uygulayarak, film yapar gibi TV haberi yapılabildiğini, dolayısıyla haber sandığınız şeyin “kurmaca” olabileceğini…
Yönetmen Pete Travis’in filmin her anında, az sonra bu izlenimi kıracağını bile bile, o plan alabildiğince gerçek görünsün diye bunca uğraşmasının nedeni de bu: “En gerçek” sandığımız şeyler bile “yapılmış” olabilir.
Tüm o “yapılmış” şeyleri aşıp “gerçeğe” ulaşması için insanın, kendi “bakış açısını” terk etmesi, filmdeki 7. bölüm gibi “Tanrısal” bakış açısına ulaşması gerek (Filmin orijinal adının vurgu yaptığı “üstünlük noktası” orası)... İşte o zaman gerçekte anlatılan hikayeye nüfuz edilebilir…
Ve bu da filmi gerçekleştirenlerin öyküsünü anlamamızı sağlar: Gerçekliği algılayış ve kabulleniş biçimine bu kadar darbe indirdiğiniz seyirci kitlesini rahatlatmadan salondan çıkaramazsınız (bu yüzden filmin son 15 dakikası adeta klişe üstüne klişe yığılıyor ve tüm “kötü”ler cezasını buluyor).
Bu ödünü verdiğiniz anda da, “farklıymış gibi görünen bir gişe filmi” damgası yersiniz.
Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir…
Sinema, Mayıs 2008
Vantage Point / Bakış Açısı
Yönetmen: Pete Travis
Senaryo: Barry Levy
Yapımcılar: Neal H. Moritz, Ricardo Del Rio Galnares
Oyuncular: Dennis Quaid (Thomas Barnes), Matthew Fox (Kent Taylor), Forest Whitaker (Howard Lewis), Bruce McGill (Phil McCullough), Edgar Ramirez (Javier), Said Taghmaoui (Suarez), Ayelet Zurer (Veronica), Zoe Saldana (Angie Jones), Sigourney Weaver (Rex Brooks), William Hurt (Başkan Ashton)
2008 ABD yapımı, 90 dakika
Gösterim tarihi: 4 Nisan 2008
DVD firması: Tiglon / Sony Pictures Home Entertainment