7 Nisan 2014 Pazartesi
Uyurgezer
Filmin asıl başarısı, ana karakterlerini, pembe ile siyah, mutlulukla ölüm arasındaki gerilimde tutması… Bir tramplenin değil, usturanın ucunda yaşıyor gibiler, her an -eğlenceli anlamında- en çılgın veya -zararlı anlamında- en delice eylemi gerçekleştirebilirler. Çünkü -James’in dediği gibi- onlar birer “uyurgezer”; hayata ilişkin bilinç seviyeleri o derece düşük
IMDB: 6.3
Rotten Tomatoes: % 43
Manalı Filmler: 8.0
“Sleepwalking”in afişinde yer alan görüntü, filmin en güzel ve en anlamlı sahnesinden: Dayısı James’le, hedefi belirsiz bir yolculuğa çıkan 11 yaşındaki Tara bir motelin havuz başında güneşlenmektedir. 8-9 yaşlarında iki oğlan onu -uzaylı görmüş gibi- izlerken Tara ayağında patenlerle tramplene çıkar, yürüyüp en uçta durur ve kendini giysileriyle (hatta güneş gözlüğüyle) beraber suya bırakır. Havuzun dibinde durur, biraz dans eder ve sudan çıkar.
Sahne sürerken Tara’nın suda eğlenceyle mi, ölümle mi buluşacağını anlayamayız. Çünkü havuzda giysileriyle dans etmesi için de, intihar etmesi için de epeyce nedeni vardır…
Çünkü Tara da, filmin diğer kahramanları gibi çılgınca davranmakla delilik arasında savrulup durur.
“Uyurgezer” filminin asıl başarısı, sadece bu sahnede değil, filmin tümünde ana karakterlerini, pembe ile siyah, mutlulukla ölüm arasındaki gerilimde tutması… Bir tramplenin değil, usturanın ucunda yaşıyor gibiler, her an -eğlenceli anlamında- en çılgın veya -zararlı anlamında- en delice eylemi gerçekleştirebilirler.
Çünkü -James’in dediği gibi- onlar birer “uyurgezer”; sanki yaşamıyor da uyuyorlar sadece, hayata ilişkin bilinç seviyeleri o derece düşük. Ve bunun nedeni kökeni çocukluklarına dayanan karanlık mutsuzluğu bir yağmur bulutu gibi yanlarında gezdirmeleri. Çocukluk travmalarının yarattığı sis gözlerini kör etmiş, neyi neden yaptıklarını, kime güvenip kimden uzak duracaklarını bilemiyorlar. İnsanları tanımakta güçlük çekiyorlar çünkü kendilerini tanıyamıyorlar. Çok yaralılar… Tara’nın annesi Joyleen’in bir gecelik bir ilişkide, karşısındaki adamla oynaşırken “Beni sevdiğini söyle… Laf olsun diye…” demesi, sadece kendisinin değil, tüm ana karakterlerin nasıl bir bataklık içinde debelendiklerini iyi anlatıyor. Sonunda bir uyurgezer gibi yaşamaktan kurtulan James oluyor, iki kardeşin de hayatını cehenneme çevirmiş olan kişiyi, yani babasını öldürerek… Aslında onu esaretten kurtaran şey cinayet değil, kendisini hep ezen babasına karşı çıkmayı başarması… Hayatında ilk kez…
Çok benzer karakterlere, “Margot at the Wedding / Kızkardeşim Evleniyor” filminde de rastladık bu ay. Şu farkla ki: “Margot”, konusundan bekleneceği gibi, omuz kamerası, loş ışık kullanımı, yer yer rahatsız edici planlarla kurulmuş bir filmdi, Bill Maher ise “Uyurgezer”i, tam ters bir yapıda kurmuş: özellikle yol bölümlerinin başlamasından itibaren film, sinematografisi açısından, modern bir ana akım komedi-dram filmi gibi ilerliyor. Günlük güneşlik yollarda, sevimli hayvanlarla dolu bir çiftlikte geçen sahnelerin biçimi ile içeriği arasındaki karşıtlık, seyirciyi tokat yemiş gibi sersemletiyor. Henüz ilk yönetmenlik çalışmasında bu derece ölçülü bir görsel yapı kurması Maher’in yeteneklerinin sağlam bir göstergesi…
Filmin bir başka olumlu yönü ise oyunculuklar: Küçük bir rolde karşımıza çıkan Woody Harrelson’dan bir kez daha kötücül bir karakteri inanılmaz bir yetkinlikle canlandıran Dennis Hopper’a, Charlize Theron’dan efsanevi TV dizisi “Carnivale”in başrol oyuncusu olarak tanınan Nick Stahl’a uzanan, son derece başarılı bir oyuncu kadrosu var. Ama asıl alkışlanması gereken kişi, usta aktörlere rahatça eşlik eden küçük oyuncu AnnaSophia Robb… Genç yetenek, o kadar küçük bir yaşta bu kadar büyük bir mutsuzluğu taşımanın yorgunluğunu, isyan edememenin sıkıntısını mükemmel yansıtmış.
Kariyerini “Batman & Robin”, “X Men” gibi çok yüksek bütçeli Holivud teknoloji harikalarının görsel efekt departmanlarında sürdüren yönetmen Maher ve aslen renk uzmanı olan senarist Zac Stanford’un, önemli insanlık hallerini işleyen bağımsız bir projede bir araya gelmeleri de ayrıca takdire değer.
Tüm bunlara rağmen “Uyurgezer”, başyapıt diyebileceğimiz bir film değil. Filmde bir aksama yok, sadece senaryosu fazla sıradan. Stanford’un samimi olduğu her halinden anlaşılan çalışması, filmi benzerlerinden bir gömlek yukarı çekebilecek bir yetkinlikte değil, ana hikayesinde de, çoğu sahnelerinde de fazlasıyla bir “önceden görmüştük” havası var senaryonun. Örneğin çok benzer temaları işleyen Steve Kloves filmi “Flesh and Bone / Et ve Kemik” karakterleri de derinlemesine ele alıyor ve sonuçta, başta bahsettiğim gerilimi de çok daha iyi işliyordu. Sorunlu oğul rolünde Dennis Quaid, kötü yürekli baba rolünde James Caan unutulmaz performanslar çıkarmışlardı. Bu oyuncu kadrosu ve bu yönetmenle “Uyurgezer”, “Et ve Kemik” kadar “karanlık” veya örneğin (Sally Field’in canlandırdığı ölümcül kanser hastasının ve çocuklarının iki haftasını anlatan) “Two Weeks” kadar komik ve dramatik olamıyorsa bunun tek nedeni senaryosu...
Aslında Stanford işlenmeye çok müsait, çok ilginç bir tema yakalamış: Hayatı uyurgezer gibi yaşamak izleğine daha fazla ağırlık veren bir senaryodan, çok daha güçlü bir film çıkabilirdi.
Fakat neylersiniz, herkes Ingmar Bergman olamıyor maalesef…
Sinema, Eylül 2008
("Çocukluk travmalarının yarattığı sis: Uyurgezer" başlığıyla yayımlandı)
Sleepwalking / Uyurgezer
Yönetmen: Bill Maher
Senaryo: Zac Stanford
Yapımcılar: A. J. Dix, J. J. Harris, Beth Kono, Rob Merilees, Charlize Theron
Oyuncular: Nick Stahl (James), AnnaSophia Robb (Tara), Charlize Theron (Joleen), Woody Harrelson (Randall), Dennis Hopper (Reedy)
2008 Kanada-ABD ortak yapımı, 101 dakika
Gösterim tarihi: 8 Ağustos 2008
DVD firması: AS Sanat
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)