Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

23 Ocak 2011 Pazar

Avrupa

IMDB: 7,5
Rotten Tomatoes: %83
Manalı Filmler: 9,5

Böylesi az bulunuyor…

Adeta her planında gözleriniz büyüyerek, dili ve/veya içeriği yüzünden her sahnesine hayret ederek seyrettiğiniz filmlere nadiren rastlanıyor.

Fakat “Avrupa”nın bu kadar şaşırtıcı olması normal; gelmiş geçmiş en yetenekli yönetmenlerden birinin imzasını taşıyor.

“Dogma” akımından önce Trier, araştırmaya çok meraklıydı; dilin sınırlarını zorlar, renk kullanımından montaja, mizansenden ışığa, her alanda deneylere girişir ve genellikle hayli başarılı sonuçlar elde ederdi. Örneğin tümüyle sepya çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Element Of Crime / Suç Unsuru”nun (1984) görüntüleri o kadar etkileyicidir ki, bazı planları 20 sene sonra bile aklımızdadır. “Avrupa” gibi o film de külliyen sinema dersidir; Trier’nin olgun yaklaşımı ve azımsanamayacak yeteneği, hemen tüm sinemasal unsurlarda dikkat çeker.

Benim gibi, filmi bir bütün olarak bağrına basamayanlar bile son eseri “Anti-Christ / Deccal”ın ilk sekansının, tüm sinema tarihinin en başarılı açılışlarından biri olduğunu kabul ederler. Çünkü anadan doğma sinemacıdır Trier, musluğu açan bir el, pervaza tırmanan bir çocuk, yağmur altında bir adam gibi –hiç de maliyet gerektirmeyen- görüntülerden seyir zevki yüksek planlar çıkarmayı iyi bilir.
“Avrupa” ise Trier’in başyapıtı. Hem anlatımı, hem içeriği bakımından gerçek bir doruk noktası.

2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış bir Avrupa’da, Alman kökenli bir Amerikalı’yı takip eden film, öncelikle spiritüel temaları bakımından dikkat çekiyor: Eser “hayata dair bilincin” önemi üzerinde duruyor. Amacının “dünyayı daha iyi, daha yaşanabilir bir yer yapmaya katkı sağlamak” olduğunu söyleyen filmin ana kahramanı, kimlerle, hangi koşullarda birlikte olduğunu idrak edememesinin bedelini ağır ödüyor.

Öte yandan film, siyasi temaları bakımından da benzersiz. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan azami karla çıkmak için çevirdiği dolapları, kirli oyunları böylesine sergileyen başka bir film yoktur herhalde.

Zaten “Avrupa” savaşı 6 yılla sınırlı olarak ele almıyor, -Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği tarih olan- 1 Eylül 1939’dan çok önce başladığını ve resmen sona erdiği 7 Mayıs 1945’ten sonra da devam ettiğini gösteriyor. Örneğin filmin hikayesinin geçtiği dönemde Amerikalılar ülkenin önemli kurumlarını ele geçirmeye çalışırken Nazi sempatizanı Kurt Adam örgütü suikastlar düzenleyerek yeni düzene direnmeye çalışıyor.

Yine de “Avrupa”nın en çarpıcı yönü sinemasal anlatımı. Görsel açıdan o kadar şaşırtıcı ve başarılı ki filmin tamamı siyah beyaz olsa bile çok etkilenirdik. Trier ise renk kullanımında yaratıcılığın doruğunda: Rengi azami düşürüp siyah beyaza yaklaştırıyor, monokrom devam ederken beklenmedik bir anda renkli planlara geçiyor, hatta aynı plan içinde siyah beyaz ve renkli görüntüyü iç içe kullanıyor. Ayrıca aynı sahne içindeki planları zincirleme kurgulaması gibi etkili anlatım biçimleri de var. “Suç Unsuru”nu anımsatan (ama onu hayli aşan) açılış ve kapanış sekansları ile unutulmaz intihar ve suikast sahneleri filmin en dikkat çeken bölümleri.

Kaçırmayın; “Avrupa” unutabileceğiniz bir film değil…

Ödülleri:
Cannes Film Festivali Büyük Jüri Ödülü
Ayrıca 15 ödül ve 4 adaylık

Açık Gazete, 16 Nisan 2012

Europa / Zentropa / Avrupa
Yönetmen: Lars Von Trier
Senaryo: Lars von Trier, Niels Vørsel
Yapımcılar: Bo Christensen, Peter Aalbæk Jensen
Oyuncular: Jean-Marc Barr (Leopold), Barbara Sukowa (Katharina), Udo Kier (Lawrence), Ernst-Hugo Järegård (Kessler Amca), Erik Mørk (Pater), Jørgen Reenberg (Max), Eddie Constantine (Albay Harris), Max von Sydow (Anlatıcı)
1991 Danimarka, İsveç, Fransa, Almanya, İsviçre, İspanya ortak yapımı, 112 dakika
DVD firması: Palermo / Bir Film.

5 yorum:

  1. Yazılarınıza pek yorum bırakmasam da okunduğunuzu bilin lütfen.İlk fırsatta izleyeceğim bu filmi de.Bilmem daha önce önermiş miydim Naked'ı size, ancak bu vesileyle tekrar önermiş olayım.Filmi izlerken filmin çok daha üst düzey yapılanabilip,bir başyapıt halini alabileceğini düşünseniz dahi,bu haliyle bile bir başyapıt bence.Umarım izlerseniz.İzlememişseniz Bitter Moon'u da tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
  2. Evet, önermiştiniz "Naked"ı, listede öne almıştım, ama hala öncelikli çok film var:( Aynı şey "Bitter Moon" için de geçerli. İzlemiştim zamanında, çok da beğendiğim bir filmdir, ama Polanski'den "Tragedy of Macbeth" veya "Chinatown" blog için daha öncelikli. Umarım anlayışla karşılarsınız bu durumu, mesela "Pitfall" öncelikliydi, çünkü Teshigahara'nın hiçbir filmi memlekette yazılmadı. Bu tür kıstaslarım da var film seçiminde.

    YanıtlaSil
  3. Tabi ne demek.Teshigahara'nın filmlerinin altyazıları hiçbir yerde bulunmuyor maalesef Kurosawara'ya nazaran.

    YanıtlaSil
  4. Criterion filmleri daha kolay ulaşılabilir durumda. Son dönemde bakamadım ama Beşiktaş Kabalcı satıyordu bir aralar. Bir de tabii internetten sipariş edilebiliyor.

    YanıtlaSil